12 Şubat 2016 Cuma

BEKİR AKBEN


DOĞUMU: 1934

ÖĞRENİMİ: 9-13  yaşlarında zamanın alimi Ejder Hocadan dini bilgiler alarak yetişti. Sonraları (13 yaşı öncesi) aynı hocadan Arap dili, sarf, nahiv dersleri aldı.

ŞAM: Suriyede 5 yıl kaldı. Fethül-İslam’da hadis, fıkıh ve tefsir gibi dersler aldı. 
Buradan Ezher’e gidecekti ki, bir yanlış anlama sonucu Türkiyeden gönderilen mektup sonrası    döndü. 

ÖLÜMÜ: Aralık/2017
-----------------

DÖNGELELİ AHMET ÇAM


1960 İhtilalinden sonra Kur’an kursları kapanmıştır. Nerede ve nasıl tahsil alacağım diye düşünürken Şam’da öğrencilere yardımcı olan bir Maraş’lının varlığını haber alır. Şam’a gitmeye karar verir.
------
Kendi köyündeki camide fahri olarak namaz kıldırıyordu.  1961 yılının Mart ayının ilk haftasında teravihin son namazını kıldırdı. Son oruç günü Şama hareket etti. Şam'da  yaşayan Berber Muharrem teslim alacaktı. Ama yollar çetin, mayınlı tarlaya düşerler.  Askerlere  verdikleri para karşılığı mayınları geçerler.
Yayan..
Sanki perişanlık yeni  başlar…
Geceleri Suriye'ye yönüne doğru  alırlar. Gündüzleri mağaralarda dinlenirler. İlerleyen günlerde günlerce mağaradan çıkamazlar.
Günler sonunda Halep’te Berber Muharrem teslim alır.

-----

TAHSİ

Askerlik çağına kadar kendi köyünde kalır. Zeki olması , ilme olan isteği ve arayışları ona istediği doğrultuda ilim öğrenmesini sağlar. Emsile, Avamil, İzhar bilenleri arar ve onlardan dersler alır. 
----
ŞAM'DAKİ TAHSİLİ

Şam'da bir otelde kaçak kaldılar.
Sonra asıl medreseye kayıt ettirdiler. Kimlik verildi. Hürdüler.
2 Sene kaldı ve sarf, nahiv, kafiye, fıkıh,  izhar ve tefsir okudu.

*

8 Şubat 2016 Pazartesi

AHMET ÇELİK


DOĞUMU: 1955 yılında Kahramanmaraş'ta doğdu.

ÖĞRENİMİ : İlkokul ve İmam Hatip Okulunu aynı şehirde tamamladı. 1979 yılında Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü Fıkıh Kelam bölümünden mezun oldu.

GÖREVİ VE GÖREV YAPTIĞI YERLER: Çeşitli yerlerde İmam Hatip ve Vaiz olarak görev yaptı. 1984-85 dönemi yabancı dil kursunu tamamladı. 1986-1993 yılları arasında din görevlisi olarak Avustralya-Melbörn şehrinde görev yaptı. Yurtdışı görevi dönüşü Malatya Arguvan, Kahramanmaraş Türkoğlu ve Çankaya İlçe Müftülüğü, Niğde, Kahramanmaraş ve Ankara Müftü Yardımcılığı görevlerinde bulundu.

BİLDİĞİ YABANCI DİLLERİ 
Ahmet Çelik, Arapça, Fransızca ve İngilizce bilmektedir.

------------------------------------------------

KÖSE MEHMET


1885 doğumlu.

Babası Ciğerci Ahmet, anası Emine.
Köse Mehmet evli ve iki çocuklu olduğunda herkes gibi onun da askere alınma çağı gelmişti.

Önceleri Osmaniye yakınlarındaki tünellerin inşaasında askerlikten düşülmek üzere çalıştırdılar. Bu çalışmanın aylarca sürdüğünü tahmin ediyoruz. Köse Mehmet başlarında bulunan subayları ile anlaşır, çocuklarını görmek üzere kilometrelerce uzakta bıraktığı ailesine gider. Akşam, Yeşildere ismindeki köye gelir. Köyde geceler ve sabahleyin ona kılavuz olarak bir çocuk verilir. Ceyhan nehri burada geçit vermez. Ancak üzerine asma köprü yapılmış. Köprüden geçerken su çoğalır. Sanki kaynıyormuş gibi gelir. Çocuk: “ Bre Emmi biz buradan yüklerle değirmene gideriz.”der
Geceyi Anabat ismindeki bir köyde geçirir. Konuk olduğu aileye kendini tanıtır.
Üçüncü gün evindedir.

Seferberlik günleri başlar.

Dedem Köse Mehmet'i seferberliğe alırlar.

Hem de önceden bir suçu vardır. Hani çocuklarını görme arzusu ile gelişi kaçma olarak değerlendirilir.
Eğer af olmasa imiş sonuç idama kadar gidecekmiş.

Köse Mehmet savaşa gidince, Köse nenem dermiş ki; “ iki çocukla kalakaldım.”

Seferberliği Bağdat'adır. Düşman, İngilizlerdir. Kandırdıkları Arapları saflarında tutmayı başarırlar.

Birara Bağdat yakınlarında karargah kurarlar.

Babam Ahmet Fakı’nın anlattıklarına göre, İngiliz uçaklarının yağdırdığı bombalardan Fırat suyunun metrelerce yükseldiği ve nehirde çamaşır yıkayan kadınların, suda yıkanan çocukların kaçıştıklarını canlı gibi hatırlarmış.

-----

ÇOCUKLUK ARKADAŞLARI

Bir gün arkadaşlarından biri, yakınlarındaki tepede çadır kurup göçebe hayat sürenlerin dedeme selamını getirir. Dedem Köse heyecanlanır ve sevinir. ‘Acaba kimmiş bu tanıdıklar,’ diye düşünür. Yanlarına vardığında bir çok tanıdık yüz bulur. Bunlar, seferberlik öncesi köylerinden göç eden Ermeni'lerdir. Yaşlı kadınlar, ‘Mehmet'im,’ diye dedeme sarılırlar. İçlerinde, davar güttüğü arkadaşları, kilisenin bahçesinde oyun oynadığı oyun arkadaşları da vardır. Dedemi şaşkınlığa çeviren kız arkadaşlarının serpilip büyüdüğüdür.

-----

TOKAT

Tadatta Ali Çavuş’tan yediği tokadı unutamaz. Ali Çavuş, dedemin yeğenidir. Çavuş, askerinin saflarını düazeltir. Ama içlerinde biri var ki safı bozmakdır. Uzaktan subay görür ve Ali Çavuş’a dedemi işaret eder. Çavuş geldiğinde, dedem gerilerde bıraktıklarını düşlemektedir. Önce bir tokat. Dedem kendine gelmiştir.
Ki, Çavuş’un böyle yapması gerekiyordu.
Ali Çavuş: "Dayı, der, Yatıkkoz'da çadır kuruyordun değil mi?"
'Nasıl da bildi. Bahar gelmişti. Memleketimin baharı daha bir başka olur.' diye düşünür.

-----

ÇAVUŞ VURULUYOR


İngilizlerin sayısı çok fazla. Bir kısmı mevzide dinlenirken ikinci yarısı savaşmaktadır. Eğer, 2. yarısı yorulmuşsa 1. yarı taarruza geçiyor.

Bir gün, hiç neden yokken, ummadıkları bir anda, gündüz saldırıya uğrarlar. Şimdi bu da neyin nesi, demeye kalmaz. İngilizler, Ali Çavuş'un da içinde olduğu bir bölük askeri aralarına aılırlar. Çatışmada, Çavuş’un sağ çenesine isabet eden mermi soldan çıkıp, gitmiştir. Ve geride kan bırakmıştır. İngilizler, Onu ve diğerlerini alıp Hindistan tarafına götürürler.

Dedem onu hep ölmüş olarak bilmiş.
'Nasip olur da, yıllar sonra döndüğümde memleketteki eşine, dostuna ne demeliyim?.' diye düşünür. 'Oğlunuzu orada bırakıp mı, geldim demeliyim?.
Öldüğünü sansa da uzun aylar ve seneler Hindistan’daki esareti sürdü.
-----

MAHVOLMUŞUM

Ali Çavuş yok artık. Dertleşeceği kimse de yok.

Mevzideler.

Gökteki ay, çölün kumlarını yakıyor.

Ayakta.

Belki uyumuş. Hayır, olamaz, daha neyin nesi. Asker uyur mu? Mızkanmış olabilir. Kısa zamanda çok şeyler oldu. Arkadaşlarının kendini terk ettiğini gördü. Ayın Türkiye yönünden aştığını gördü. Artık kumların yıkayan parıltısı yoktu ayın.
Mevziden çıktı ve arkadaşlarının peşinden yürüdü. Sabahın karanlığında onlara yetişmek zor olacakmış gibi geldi. Gözlerini, karşıdan gelen karartıya dikti ve bekledi.

Hareketsiz.

‘Dönmüşlerdir,geliyorlar,’ diye düşündü.

Gelenlerden biri;

"Asker nereye?" dedi.

Dedem; "Arkadaşlarım gittiler, yalnız kaldım"

"Hayır. Yanılıyorsun. Biz aşçılarız. Sabah kahvaltısı götürüyoruz."

-----

KÖSE VURULUYOR

Babamın anlattıklarına göre, Fethiye Boğazı savaşını unutmazmış. Osmanlı ordusu, İngiliz birliklerini Boğazdan çıkarmıyor. İngilizler, gece ilerlemeye çalışıyor.
İşte o gece dedem Köse vuruluyor. Vurulma olayını babam bilmiyor. Dedem ya anlatmamış, ya da babam unutmuş. Ama ben biliyorum. Sanırım olayı bana dedem ben çocukken anlatmıştı. Hem de aklımda güzel kalmış. Keza 7/8 yaşlarında çocuktum.

Düşman 3 kilometre uzaktadır. Boğazın yukarısındaki Osmanlı askerlerine ateş ediyorlar. Ateşle birlikte düşmanın ortalık aydınlanıyor. Dedem mavzerin ateşinde topuğundan yaralanıyor. Dedem, can havliyle, tam bu sırada düşmanın üzerine ateş ediyor. Bu ateşte mavzerinden çıkan merminin ışığında bir düşman askerinin dönerek düştüğünü görüyor.

Hayıflıyor.

-----

DÖNÜŞ

Şimdi ne güzel.

Aradan seneler geçti. 4 sene.

Musul'a giden bir tren var, diyorlar ona.

Antep'e geldiğinde saygı görüyor esnaftan. Para veriyorlar. Bu, askere saygının üst seviyesinden dolayıdır. Yemek ye, demektir.

Maraş’a geldiğinde uzun yol çekmiş askerlerle karşılaşıyor. Bağdat/Maraş arası 52 gün diyorlar.

Üngüt’e geldiğinde aldığı haber onu sevindiriyor:

"Ali Çavuş'un Hindistan'dan mektubu geliyor."

------------------------------------------------

AHMET HOCA / BABAM


Köse Mehmet’in oğlu, 1924 doğumludur.

Kendinden 8 yaş büyük olan Emine halam bakmış ona hep. Çünkü nenem ancak evin işini yapabiliyormuş.

Babam henüz küçükmüş, bir gün Emine halam onu küstürmüş. Babam, başını alıp bilmediği yönlere gitmiş. Ata binili kadınla bir erkek bulmuşlar.

Altıparmaklı köyünün karşında, Çıtak’ta üzüm bağları varmış. Mehmet amcam, porsuk, domuz, çakal… gibi hayvanlardan korumak için bağı beklermiş. Henüz 5/6 yaşlarında olan babam da amcama takılırmış.

-----

ÇADIR

Köse Mehmet ailesiyle birlikte yazları Yatıkkoz’a çadıra göçermiş. Yatıkkoz’daki otlaklarda mallarını daha iyi otlatır ve daha iyi süt alırlarmış.

Halam burada geçen çocukluk anılarını şöyle anlatıyor:

“14 yaşlarındaydım, diyor halam. Yine her baharda yaptığımız gibi yapacaktık. Yani mallarımızdan daha fazla süt alabilmek için gerekli olan göçü gerçekleştirecektik. Bunun için de Başkonuş’un eteklerindeki YATIKKOZ diye bilinen tabiat harikası yeri seçtik.

Babamın (Köse Mehmet) tek kardeşi Kadı (Asıl adı, Osman’dı. Zamanın hükümeti tarafından Kadılık unvanı verilmiş. Yenicekale'nin Köylerinde vuku bulacak resmi işlerden sorumlu idi.) amcam bilinen huyunu terk etmiş gibi. Bize tarifi güç yardımda bulunuyor. Göçümüzde, bizi bizden fazla düşünerek bir gün içinde YATIKKOZ’a yerleşmemizi sağlıyor.

-----

MANZARA

Aşağıda Döngele köyü, ileride kıvrıla kıvrıla akan Ceyhan nehrinin yukarısında Kızılseki ve Dereboğazı köyleri. Kısacası; bütün Maraşaltının köyleri sanki ayağımızın altında.

Sabahları, Maraş yönünden doğan güneşin üzerimizde eğlendiğini, sonra batıya doğru yöneldiğini, dağların serin gölgesini üzerimize saldığını ve Başkonuş’un üzerinden battığını seyrediyoruz.

Kardeşim Osman’ın doğumunu yapan anam, henüz kendine gelebilmiş değil.

Hasta.

Akşamları, ineklerimiz, keçilerimiz ve koyunlarımız memeleri süt dolu geliyor.

Mallardan süt almayı öğrendim, ama ipincecik bir kız hangi işe koşturacak?

Zaman zaman Zekariya amcamın hanımı Sultan yengem yardımımıza geliyor. (Zekeriya; Kadı amcamın oğludur. Ben ona da amca derdim.)

Kadı amcamdan haber yok.

Meğer, Kadı amcam aklımıza gelmeyen işler peşinde imiş.
Evimize küçük oğlunu yerleştirmek istiyormuş.

“İşte sana ev,” diyor oğluna.
“Ama baba, burası Köse Mehmet amcamın evi.”
“O, bize bırakarak yaylaya gitti.”
“Yine de dönünceye kadar oturmak için izin almak gerekmez mi?”
“Dönünceye kadar oturmayacaksın!”
“Ya ne kadar oturacağım? “
“Ömür boyu.”

Meseleyi öğrenen babam:
“Babamızdan kalan evi aldın, diyor amcama, eski bir davar ağılını ev diye bana verdin. Tamir ettim. ‘Başımı sokacak yerim oldu,’ derken beni yaylaya gönderdin. Evimi sahiplenmek sana yakışır mı? Hangi adalete sığar? ” diyor.

Ve kavga başlıyor.

-----

KAVGA

Büyük bir kavga.

Kavganın, göçümüzden sonra olduğu kesin. Günlerce sonra mı, yoksa bazılarının dediği gibi ikinci gün mü? Her bir şeyi, ayrıntıları ile hatırlamak güç o yaştaki bir çocuk için.

Kavgaya karışan bizden iki kişi. Babam ve kardeşim Mehmet.

Kardeşimi kötü dövdüler. Babamı bağladılar. Ökkeş vurdu, öteki vurdu.

Ben haykırıyorum. On dört yaşındaki bir kızın hıçkırıkları. Anam çadırda hasta. Osman omuzumda bebek. Ahmet elimde. Yanıbaşımda, benden büyük oyun arkadaşım kadı amcamın (dövenlerin kardeşi) İbrahim var. Neredeyse ona saldıracağım.

“İbrahim diyorum, baban ve kardeşlerin babamı bağladılar, kardeşimi dövüyorlar. Neden kurtarmıyorsun? ”

İbrahim, çaresiz. Üzgün.

Biz İbrahim’le hesaplaşırken Kadı, oğlu İbrahim’i görüyor: “Oğlum vur.”diyor.

İbrahim öfkeli. Öfkesi babasına ve kardeşlerine.

Öfkesi: Haksızlığa.

“Baba kime vurayım. Sana mı, amcama mı?”


Çocukluk oyunumuzun mimarı bu adamı ilerleyen yıllarda daha iyi anlıyorum.

“Sen Kadılık sıfatı taşıyorsan, ben de o köye bir daha ayak basmam.” diyor babam.

-----

KÖY DEĞİŞTİRİYORUZ

İmam Ali:
“Dayı, diyor babama, çocuklarım büyüyecek. Şehre yerleşip, onların tahsili ile uğraşmak zorundayım. Evim boşalacak. Sen bu kış benim evde otur. Seneye Allah kerim.”

İmam Ali’nin önerisine hanımı Hatça (Hatice) karşı çıkıyor.

İmam Ali’nin kardeşi İmam Ahmet’ten de benzer teklifler alan babam iki sene İmam Ahmet’in Kötekli’deki evinde kalıyor. Babama evini teslim eden İmam Ahmet, Döngele Köyüne yerleşiyor. İki sene sonra dönüyor. Evin bir köşesine bir oda çevirip içinde yaşıyor.

Babam kendi evimizi yapıncaya kadar burada yaşadık.” Diyor halam.

-----

ÇOBAN

Ilgadın’ı terk edip Kötekli’ye geldiklerinde babam henüz küçükmüş.

İlerleyen yıllarda çobanlık yapmaya başlıyor. Çobanlığı kendilerinin davarlarına. Bazı komşularının davarlarına da çobanlık yaptığı oluyor. 10/12 yaşlarındayken başladığı çobanlığını genelde Vakkas Mehmet’in oğlu Halil’le sürdürüyor.

Bir sene, Çetebey Çürükkoz ve civarındaki ekili alanı beklemektedir. Otlattıkları davarlar, ekili alana girmişlerdir. Arkadaşı Halil suçlu da olsa Çetebey babamı sıkıştırmaktadır. Çünkü Halil’in ailesinden bir kız ile nişanlıdır.

İkinci yıl, aynı yerleri İsmailağa beklemektedir. Bu kez sıkıştırılan Halil’dir. Çünkü babam, İsmailağa’nın davarını da otlatmaktadır.
-----

TAHSİLİ

Yukarıda anlattığım kavgada babam 6 yaşında imiş. İlk tahsili kavgadan öncedir. Yani Ikgadın köyündedir.

Ilgadın köylüleri, bir kış, Bekiroğlu Hocayı çocuklarına dinlerini öğretmesi için Bekirli’den getiriyorlar. Bekirli/Ilgadın arası bir kilometre mesafedir. Hoca babamı pek seviyor. Hocanın sevgisi, babamın uslu ve zeki çocuk olduğundan.

Diğer çocuklar oyun oynarken babam hocanın dizinin dibinden ayrılmıyor.

Sanırım arkadaşları kendinden büyük olduğunun da etkisi var.

Hocanın öğrencileri; kız çocukları, erkek çocukları ve gelinlik çağını yakalamış kızlardır.

Hoca derslerinde namaz kılabilmek için her müslümanın öğrenmesi gereken surelere önem veriyor. Hoca babamı okutmadığı halde, babam bir ay gibi kısa bir zamanda VETTİNİ’ye kadar ezberliyor.

Babamın, asker dönüşü, dedem, Osman amcama Elif/Ba okutuyor.

Babamın bir köşede oturup onları izlemesine dayanamayan Köse;

“Ahmet, duvarda asılı cüzü al da gel,” diyor.

Ve böylece Kur’an’ı da öğreniyor.

Evlendikten sonra iki kış, yakın olmayan köye (Dereboğazı) gidiyor ve Tuzsuz Hoca ismindeki kişiden ders alıyor.

-----

ASKER

1944 yılının baharında almışlar onu askere.

Köse dedem oğlunu teslim etmek üzere askeri alana çevrilen Mağaralı camisine getirmiş. Babamı burada teslim ederek kendisi akrabalarında kalmış.

Camide normalden uzun kalmışlar. Dedem dayanamamış. Köy yerindeki işlerinin başına gitmiş.

Nisan ayının ortasından sonra şimdiki Belediyenin aşağısından üzeri açık bir arabaya bindirmişler. Kendini uğurlamaya gelen iki halam arkadan bakakalmış.

Türkoğlu’ndan bindirildikleri tren günlerce yol almış. Osmaniye, Adana, Konya, Afyon, Kütahya, Eskişehir ve Haydarpaşa’da gözetimine alan subay Galata/Sirkeci vapuruna bindirerek Gelibolu’ya indirmiş. Burada Arifağa’nın babası ile buluşmuş. Uzaklarda bir tanıdıkla görüşmek ne iyi!
Bolayır’ da ki 69. Tümene dahil olmuşlar. Sonra 200. Piyade Alayı, 1. tabur ve 4. Bölükte 4 sene ağır makineli eri olarak kalmış 23 Nisanmış teslim olarak askere başladıkları günden sonra. Fazla gözetleyen de soran da olmamış. 4 sene rahatlık mı..?

3 Ağır makinaları ve 9 askerleri varmış.

-----

YEMEKLER

Sabah: Sıkça Çorba (Bulgur ya da pirinç çorbası). Zeytin - ekmek ve peynir.

Öğle: Pilav, kuru fasulye, nohut, hoşaf ve bazen da helva.

Akşam: Öğleden kalma yemekler ya da benzerleri.

Genelde hoşafı pilava katar yerlermiş. Babam buna taraf olmazmış. Bir gün kendisi nöbette iken ayırdıkları yemeği de böyle yapmışlar da babam yememiş.

Aşçıya, ya pilav, ya da yahni yapacaksın diye emir verilmiş. Fakat aşçı ; “ ben her ikisini de azar azar yapıyorum, ” dermiş.

Bir gün bana askerlik anılarını anlatırken:

“48 atımız vardı,” dedi babam. Biran durakladı. “Bunların hepsi at değildi, katırlar da vardı içlerinde. Zaman zaman satıldı. 18’e kadar düştü sayıları. ”

“Baba askerde atlar ne işe yarardı?” dedim ben.

“Tatbikatlar olurdu. Sık sık demek yerinde olur. Silahları taşırdı. Ağır makineliler vardı…

"Hastaydım bir gün. Tatbikata gitmememi istedi teğmen. Sen gitme, dedi. Önce nabzımı tuttu. Hasta olduğuma kanaat getirdi anlaşılan. Ama neden böyle yaptı. O bana inanırdı. ”

-----

ALİ ÇABUKEL

“Ali Çabukel…

Birlikleri bizim ki kadar sıkı değildi. diyor babam. Diyeceğim serbestti onlar. Akşamları zaman zaman bana gelirdi. Tanıdık birinin olması insanı mutlu eder.”

-----

HÜSEYİN ALTIPARMAK

Hüseyin, bizden ayrı idi. 5 km. kadar uzaktaydı birlikleri. diyor babam. O, deniz kenarında bahçıvandı.

Seyrek giderdim. O
da gelirdi.

Kendini ziyarete gittiğim
de bana, yetiştirdiği ürünlerden ikram ederdi. Bir gün onu ziyarete gittim. Sanırım kavun kesti ve ikram etti.

Karşılarında bir tepe vardı. Burada, zaman zaman geceleri, tufaf bir ışık görünürmüş. Işıkmış ama bilmediğiz bir ışık.

Işık, yerden birkaç metre yükseklikte eğleniyor, sonra çoğalıyor ve kayboluyormuş.

Burası, Kurtuluş savaşında 2 tümenin kırıldığı yermiş. Hani Yunan’ın gece saldırdığı yerlerden.

Benim ziyaretimden bir gün önce Paşa gelmiş birliklerine.

Durum, Paşaya anlatılmış.
Kazı yapılmış. 12 şehit te orada yatıyormuş.

Buranın etrafı çevrilmiş, korumaya alınmış.

-----

KUR'AN OKURDU
VE HAVASINI DA
ATARDI

Ah o günler! Okur yazar nerede? diyor babam.
Yüzbaşının hanımı Kur’an okurdu. Bunun yanında, ata biner havasını atardı içimizde.

İlerliyen günlerde kızını bizim teymene verdi.

-----

GÜYA EMİRERİ OLACAKTIM

Teğmen bana 29 harfi öğretti.
Emireri olacaktım güya. Ne ben üzerine düştüm, ne de o. Hayır o görevini yaptı. İhmal eden bendim meseleyi.
-----

İKRAM

Memleketten gelen hediyeden Teymene de ikram ederdim, diyor babam.

Bir gün bastık geldi. Ona ikram ettim.

-----

İBADET

Askerden gelince başladığı namaz ibadetini bırakmamış.

Hatta asker arkadaşlarından biri, trende başlamış.

-----

NİŞANLILIK

Asker dönüşü, kış aylarının son günlerindeki bir günde, Köse Nenem uzaklardaki kızı işaret ediyor.

“Ahmet sana o kızı alalım mı?” diyor.

“Evet”diyor babam.

Bu kız anamdır.

Kendinden 8 yaş küçüktür.

Hadi’nin Yurt'unun alt tarafındaki bağlarında budanan çalıları temizlemektedir.
16 yaşlarındadır.

Ama büyüyecek.

-----

UMRE

ASHABIN
AYAK
İZLERİ

Hayatında en çok sevindiği olay bu umre ziyareti olsa gerek. Ben böyle düşünürken olayı babama açıyorum ve babam olayı doğruluyor.

Bir Müslüman için dünyanın 8 kutsal yerinden 7 ‘sini ziyaret etmek, ashabın ayak izlerine basmak elbette en mutlu olaydır.

-----

26 GÜN

Umresi 26 gün sürer.

Hani Saddam'ın sınırı kapattığı senenin arefesinde, 22 şubat 1989'da yolculuk başlar.
Antep, Urfa, Habur ve Bağdat..


Bağdat'ta İmam-ı Azam camini ziyaret ediyor.
Caminin hücresinde, İmam'ın abdest için kullandığı eski zaman ipriği. Emzikli iprik.

Bağdat, Kerbela arası hurmalık alan, diyor babam.

Yeşil.

Fırat’ın suyu buralara uzanıyor.

Bir Cuma günüydü Kerbela'ya uğradığımız.

Cumayı kılmadan buradan uzaklaşıyoruz. diyor babam.

Üzüntülü. İlayda Sevinç

27 yazısı var. Ahmet Hoca Nedir... konusuna 03.07.2008 tarihinde yazıldı.

-----

FAKI AHMET

Artık bundan sonra ona Fakı Ahmet dediler.

------------------------------------------------

HASAN ÇAVUŞ

Yenicekale ve çevresindeki köylerde yığın yığın Ermeni vatandaş var. Ne olur ne olmaz, içimizden biriL, bunları gözetlemekle görevlendirmeli.” Vilayetin eşrafı böyle düşünmüş ve düşündüğünü uygulamak için Hasan Çavuş'u ve Sünnüoğlu'nu seçmişti.
-------
EYELER

Bir geceydi.
Eyeler’den (Bekirli’nin altında ki Ermeni evleri.) göç edip, geride bir çok eşya bırakan Ermeniler…

Buralar Hasan çavuş’tan sorulacak elbet.
Hasan Çavuş, kışın en şiddetli bir gecesinde dedem Köse Mehmet’i terk edilen eşyalara bekçi bırakarak, kendisi adamlarıyla Yenicekale’nin altındaki kiliseye gider. Ermenilerin toplanma yerinin burası olduğu biliniyordu. “Ne olur, ne olmaz” diyenlerden ve önlem alınmasının gerekliliğine inanan biriydi Hasan Çavuş.

Köse Mehmet (dedem) diyor ki: “Terk edilen evlerin dışında beklemem emredildiğinden
yağan karın altındaydım. Üşüyordum. Uzaktan gelenin yaklaşmasını bekledim. Uzaktan gelen yaklaştı. Beni görmüyordu. Ama onun hal ve hareketleri gözetimim altında. Bu adam, Apış Hüseyin’di. Eşyalardan götürebileceği kadarını sırtlandı. Yorganlar, döşekler ve yastıklardı bunlar.”

Bir gece genç hanımıyla Yenicekale’yi terk eder. Beraberinde Hüseyin Çavuş’ta var mı? ( Kemal Dede’nin anlatışında var). Bir hafta Göksün’de kalırlar ve oradan da Samsun’a gider.
------------------------------------------------

BEKİROĞLU MUSTAFA


Asıl adı: Mustafa idi. Bildiğimiz Mustafa Ceyhan’ın dedesi idi.
Zamanın, ilimde ileri şehirlerinde medrese öğrenimi gördü. Urfa, Kayseri… gibi vilayetlerde kaldı. Girdiği sınavlarda başarı kazandı.

Hocaoğlu, 33 senesini ilme verdi.

Sessizliği ile ünlü. Sorulduğunda konuşur ama uzun konuşur ve ikna edinceye kadar giderdi.

Bekirli’(*) de yaşardı.

Bir gün Keşkerli’(**)ye akrabalarını ziyarete gier. Bekirli nere, keşkerli nere?

Keşkerli’nin meşhur alimi avdan gelmiştir. Hocaoğlu Mustafa Efendinin geldiğini salık alır. Bilmeyen mi var? Hocaoğlu Mustafa Efendi dendiğinde akan sular durur.

Keşkerli'nin alimi Hocayı sorularıylasıkıştırma düşüncesindedir.

Lem Yekunü’den başladı Kamil Hoca sorusuna.
Hoca konuşuyor, diğeri sorusuna en güzel cevapları alıyordu ama Hocaoğlu’nun konuşmasını dinlemek babından itiraz ediyordu. Hocaoğlu, başka yolları deniyordu. Neticede: “Mantık dersinde .. bu şekilde …” gördük, deyince iş bitmişti Kamil hoca açısından.

.........

KAVAK’TA DİNLENİRDİ

O, Kavak’ta (Bekirli’nin altında, güzel manzaralı bir yer) oturur ziyaretçilerini burada kabul ederdi. Evine uzaklığı olsa (500/600 metre ) da, gün doğumunda geldiği ve tefekkür için önem arzeden bu yeri akşamları terk ederdi.

Güzel bir yer yer. Kuş bakışı bakıldığında, ileride Döngele evleri. Karşıda, Kızılseki ve üzerinde Hartlap, yukarısında Dereboğazı.

Görünen ve görünmeyen ayetleri O’nun…

*

ARAPTAN BİRİ GELDİ

Bir gün bir adam geldi. Adam, birkaç lisan bilen Cemil’di. Cemil, Arap’tan (Bağdat/Şam) gelmişti.

Cemil, çok sorular sordu. Hoca bildi.

“Ben de sorayım mı?” dedi hoca.

“Hayır.” Dedi Cemil. “ Tek ayak üstünde oturman sürekli mi? Neden sana güzel bir oturacak yapılmıyor? Burada güzel bir çardak olsa daha güzel olur… Neden bir memuriyete girmedin?”

“Dünyanın önü ve sonu. Buralar bile çok bana. ”

Sonra babam bana döndü ve dedi ki:

“Ben askerde iken ölmüş.”

Yaşlılar diyorlar ki, Kavakta, şu andaki çınarların yerinde daha çok ve büyük ağaçlar vardı. Çınar, dut ve büyük kavak ağacı. Ağaçlarda asmalar vardı.
Şiddetli yağışlar sonrası toprak kaydı. 100 metrelerce giderek Ekizkoz’da durdu. Sonraları yenisi dikildi ve zamanla gelişti.

Hoca Keştahlı’ya (bazıları Keşgerli, bazıları da Keştahlı diyorlar.) düğün için gidiyor.
Burası Aynacı’nın karşısında imiş.

Bekiroğlu Mustafa demek daha uygun olur.

.........

(*)Bekirli, Yenicekale’ye 2 km. uzaklıkta küçük bir köy.

(**) Keşkerli: K.Maraş’ın Andırın ilçesine bağlı bir köy.

------------------------------------------------

HÜSEYİN BAHAR

DOĞUMU: 9 Haziran 1940

ÖĞRENİMİ: K. Maraş İmam Hatip Lisesini ve Konya İslam Enstitüsünü bitirdi. 
 GÖREVİ: K. Maraş İmam Hatip


HÜSEYİN BAHAR HOCA VE ÖĞRENCİLERİ 







19 Şubat 2009

Hüseyin baharın evindeyiz.





70 yaşlarındaki bu adamı zayıflamış görüyorum. Fiziğinde önemli bir değişiklik olsa da düşünce yapısı yenilenerek uzun yıllar sonraya sarkmış görünüyor.

Fiziğinde değişiklik olmuş ama huyu ona ihanet etmemiş. Nasıl eder ki?

Onu kitapların içinde buluyoruz. İnsan bir an düşünüyor: Bu değerlerin okumaya ihtiyacı var mı?

Çevremizi kitapların doldurduğu salondayız. Konuşuyor. Çaylar içiliyor. İkinci bardağı içmek istemeyene hoca sitemde bulunuyor. Şirkçi sürekli hocayı sorularla kamçılıyor

Biliyorduk ki hocanın keşfi yeni değil.

Çayda güzel bir rayha var diyor Şirikçi. Saçaklı’ların yaptıkları güzellikleri anlatıyor ve dinletmeyi biliyor.

Aydoğar öne çıkıyor. Konya günlerinden ve Emin’den, sonra da sınavdan bahsediyor. 

ALİ HAYDAR KİREÇÇİ





Ezher'den mezun oldu.
Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesinde Meslek dersleri olarak görev yaptı.




18 Şubat 2009

Öğleden sonraAli Haydar Hoca’yı ziyarete gidiyoruz.




Ömer F. Şirikçi hocanın öncülüğünde gerçekleşen bu organizasyon sürecek gibi.













18 Şubat 2009

Öğleden sonra

Ali Haydar Hoca’yı ziyarete gidiyoruz.

15 kişi varız.
Bildiklerim ve bilmediklerim aynı odanın sandelyelerine sıralanıyoruz.

Çökmüş. Beyazlar içinde buluyoruz onu. Uzun beyaz sakalı ile yine uzunca dağınık beyaz saçının bir birini tamamladığını düşünüyorum.

Bildiklerim ve bilmediklerim var içlerinde. İnsan, böyle zamanların ilerleyen anlarında hafızasını yoklayınca bilmediklerini sandıkları bildikleri oluyor.

Hocanın mutluluğu gözlerinden akıyor. Akmaz mı? Seneler öncesinin öğrencileri gelmiş.

Kırk sene öncesine gidiyor düşüncelerim.

Sonra ;
“ Hocam diyorum konuşma zorluğu çeken çökmüş adama. Biliyor musun bir zamanlar öğrencilerinle senin bahçene gitmiştik.”

‘Ne zaman “

“Kırk sene önce” diyor biri.

Nereden bilecek ve hatırlayacak?

Niçindi bu gidişimiz? Belki, çiçekleri ve meyve ağaçlarını budamak içindi. 40 sene öncenin bu anısında öne çıkan arkadaşlarım vardı içimde. Erzurumlu Musa, Selim, Aydemir ve Lütfi’nin olduğunu sanıyorum

*

Ayrılırken, başka bir değeri unutmuyoruz.

Yarın Hüseyin Bahar’da buluşmak üzere oluyor ayrılışımız.

Ömer F. Şirikçi hocanın öncülüğünde gerçekleşen bu organizasyon sürecek gibi

CİĞERCİ AHMET

Hanımının adının Emine (1854 doğumlu), büyük oğlu 1875 doğumlu, Osman (Kadı) ve küçük oğlu, 1885 doğumlu Mehmet (Köse) olduğunu nufüs kayıtlarından biliyoruz.

Ciğerci Ahmet yaşamı boyunca haramdan uzak durmuştur.

Nacarlı ile Bekirli arasında, elma ağacının alt tarafında üzüm bağları vardı. Sansar, porsuk, çakal gibi hayvanlardan korumak için yaz geceleri bağlarını beklemeye giderdi.

Ciğerci Ahmet, harama titiz olması yanında hanımının dini emirleri yerine getirmesi için de gayret ederdi. Mesela onun yatsı namazını kılmasını bekler, bağ beklemeye öyle giderdi. Eğer hanımı; “ kılacağım ama çocuklar ağlıyor, uyusunlar sonra kılarım,” dediğinde yoluna giderdi. Fakat, “acaba unuttu mu, genç ne olur ne olmaz,” der yoldan döner, kılmasını sağlardı.

Ciğerci Ahmet'in bu tutumu ilk bakışta baskı gibi gelse de, baskı olmadığı, hanımını dininin kurallarına alıştırmak olduğu sonradan anlaşılacaktır. Mesela babamın anama uygulaması da aynı cümleden, anam ilk önceleri bu tutumdan bizar olsa da, fakat sonradan memnun olduğunu her fırsatta anlatır.
...

NOT

TARİHÇE

Babam Ahmet Fakı'ın dedesidir. Yani babamın ismi, Ciğerci Ahmet'in ismidir.

4 Kardeş Darende’den yola çıktılar.
Biri Bertiz’de kaldı. “Ben burada yerleşeceğim.” Dedi.
Kalan 3 kardeş Kılavuzlu’ya geldiklerinde biri yakalandığı hastalıktan öldü.
Batıya doğru ilerlediler. Ilgadına geldiklerinde su kenarında yüklerini indirdiler.
*
4 kardeşten 2’si kaldı.
Bunlardan 1’i Köse ve Kadının dedesidir.
2’sinden 1’inin oğlu Ciğerci’dir.
Yani Köse ve Kadı’nın babasıdır.
Köse ve kadı’nın amcaları:
1. Mehmet Aliağa,
2. Derviş Ağ
3. Mıstan koca,
4. Ciğerci Ahmet (Babaları)
*
4. Kardeşinin 2 oğlu oldu. a) Kadı Osman (babamın amcası)
b) Köse Mehmet(babamın babası)
c) Ayşe (babamın halası)

İRFAN HOCA /İRFAN PARLADI





DOĞUMU: 1941 yılında Kahramanmaraş’ta doğudu.

ÖĞRENİMİ : İlkokuldan sonra emsileyi ezberledi. Binadan da biraz okudu.
Askerden önce tahsil için Suriye’ye gitti. Burada kaldığı yıllarda Emsileyi ve diğer gramer kitaplarını okudu.

10 yıl kaldığı Süriye günlerinde unutamadığı anıları mevcuttu.
Hocanın, bir gün Şam'dan Halep'e gitmesi gerekir. Vakit akşam üzeridir. Dolmuş taksiyle gitmek ister. Yolda akşam olunca namaz kılmak için taksiyi durdurur. Namazını kılar, taksiye gelir. Sorun bundan sonra başlar.
10 yıl Suriye’de kaldıktan sonra Mısır yılları başladı. Ezher’e kabül edildi. Ezher’de hadis ilmi yanında diğer ilimlerle de meşgul oldu. Ezher’de tez için 4 cilt tutarında hadis yazdı. 6 takımını Ezher kütüphanesine bıraktı.

Kendisi gelince kitapları Üniversite yönetimi tarafından basıldığını ve ders kitabı olarak okutulduğunu sonraki gelenler söylüyor. Mısır ile Türkiye arasında telif anlaşması olmayınca, kitapları için telif hakkı alamadı.
Harran Üniversitesinden aradılar. Kitaplarını basmak üzere hocadan izin istediler. Ama önce Tükçeye çevirmek gerek.

---------

Ezher'in etrtafındaki mahalle, diyor hoca, uyuşturucuların, katillerin ve yankesicilerin barındığı mahalle idi. Köşebaşlarında bekliyenlerin sivil polis olduğunu ilerleyen günlerde anladık. Amaçları öğrencileri korumak ve kötü adamların tuzaklarını bozmak. Şüphelendiklerinin üzerine çullanırlar, uyuşturucuyu bulurlardı.

*

Ezher'e başı açık kadın giremez. Bir gün bir kadın salona kadar ilerlemiş. Çıkardılar.

2007 yılı Ekim ayının sonlarında başladığımız ders uzun sürdü. camide devam ettik. Öğrenci sayımız, zaman zaman 12 kişiye kadar çıktı. 1. dersin akabinde kahvaltıya otururduk. Kimi günler çorba olurdu. Ama genelde zeytin ekmek ve çay. Asıl amacını ders olmadığını bildiğim adamların varlığı beni tedirgin ederdi. belki başkalarını da. Çayı höpürdederek içmeler, yemeklerde ağzı şapırdatmalar dayanılacak gibi değildi.

Hoca, mahallenin üst taraflarındaki yeni evine daşınınca , her sabah camideki dersimizden olduk. Burası, çamudu, karanlıktı. hocanın birinin yardımı olmadan gelmesi imkansızdı. Biri arabasıyla alacak, ders sonu da bırakacaktı. Arabası olanlar buna yanaşmadı. Adıyamanlı arkadaşla biz evinde ders almaya başladuk. Salonda seccade sürekli açık bulunurdu.
Haftada boş günü bir gündü. 3 gün hanımların gelmesine adadığı salonda 2 gün de bize ders veriyordu. Baharın son günlerindeki bu ders ne güzeldi. 2 gün başka erkeklere ve kalan bir günü de dinlenerek geçiriyordu.

-------

Birinci dersin sonunda ve ya 2. dersin ortalarında Hoca anne çayımızı hazırladığında kapıya vururdu.

Şam'da caminin imamı hacca gider. İrfan Hoca'ya yerine cumaları kıldırmasını, hutbeleri okumasını talep eder. Hoca itiraz eder. Ben Türk'üm, araplara imamlık yaparım da, hutbe.... okur.

Bir de bayram namazı ve hutbesi var. 4 cum ve bayram.... Hocaya her hutbe başı 5 riyal verilir. O zaman için büyük para.

Hoca bakarak okuduğundan minbere bir de lamba yaptırır. Bu imamın hoşuna gider.

Zaman zaman 12 kişi oluyoruz.

Çok zaman da 5/6 kişiyle ders yapıyoruz. İşte asıl öğrenciler bu kadar.
Aralarında arabası olmayan bir ben varım. Ne arabam var, ne de kullanmayı biliyorum.
Hoca, dün Bekir’e telefonla bildirmiş. Ara verdiğini söylemiş. Nedenini de, havalar sıcak. Geceleri kısa. Gündüzler sıcak olduğundan uyunmuyor. Geceden az uyku yeterli değil. Bilmiyorum, belki de Bekir’in düşüncesi bunlar. Bunları duyunca, hayır dedim. Asıl amacı bu değil hocanın. Ya nedir, dedi o. Hani sabahki mesele.
Hoca anlatıyor.

Hoca’nın yeni evraklara ihtiyacı var. Sıcakta kente inmek hoca için mesele. Hoca ders esnasında gitmenin zorluğunu vurguladı. Ama kimse de aldırış etmedi. Hoca’nın evine gidiyorum. Fotoğrafını ve kimliğini alıyorum. Muhtar, kesinlikle olmaz, diyor. Kendinin gitmesi gerek. Ben, diyor gelinimin bile muamelesini yaptıramadım. Yeniden hoca’ya gidiyorum. Durumu anlatıyorum.

Bekir’e diyorum ki; madem senin resmi görevin var. Emekli olan arkadaşlar var. Hoca’yı arabayla götürüp getirebilirlerdi.

-------

Hesap günü 50 bin yıl kadar uzun olacağını söylüyor bazı alimler. Bazıları ise 2 rekat namaz kılacak kadar kısa olacak diyor.
Diyebiliriz ki, ameli iyi olana 2 rekat namaz kılacak kadar kısa olacak.

-------

Derslerde sıkça anılarını yoklardı. her anısı sanki bir darbı mesl gibi keskindi. Anılarını, konunun geldiği zaman sarfederdi.


Önce İngilizler vardı dermiş babası hocamın. İngilizler emaneti (Maraş’ı) ehline vermişler. Fransızlar’a. Fransızlar azınlıklarla beraber olmuşlar. Ermenileri desteklemişler. Kışkırtmışlar ve desdeklemişler.

Hocamın babası saatçılık sanatını bir Ermeni’den öğrenmiş. Yıllarca çıraklık yapmış Ermeni’ye. Ermeni onu evine davet edermiş bazı günler. Son günlerde silahlı adamların girip çıktığını görmüş hocamın babası. Ve ustası bu işlerin karşısında imiş. Dermiş ki. “Bunlar yine bir şeyler yapacak..”

Fransızlar Ermeniler’i yalnız bırakmış zamanla.

Hocam bunları, Bedir Savaşını yorumlarken anlattı. Hani şeytan,”sizinle beraberim.” Diyor da, savaş başlayınca sıvışıyor ya.


Çayı büyük bardakla içmeyi daha çok severdi. Evinde.

-------

İhtikardan sorduğumuzda ; Arpa, buğday, incir, hurma vs gibi … ve hayvan yiyeceğinde… ama kendi ürettiği malını sonra satmasında mahzur yoktur. Ticaret yaptı, dışardan mal getirdi ve sakladı.. bunda ihtikar yok.

ÇALIŞTIĞI YERLER

12 gün Adana da vaizlik yaptığında bir berbere girdi. Berber, rüyasında annesini görmüş. Şalvarı eski imiş. Hani adana’lılar şalvar giyer ya. Fakire şalvar diktirmeye karar vermiş.

Hoca diyor ki, “babamı rüyamda gördüm. Başını tutuyordu. Başının bir kenarı ağrıyormuş.

Ve babamın namına haccetmeye karar verdim.

*

Tükoglu ilçesinde

Adıyaman’da çalıştı. Burada terörün sık olduğu yıllarda Adıyaman’da çalıştı. Ramazan gecelerindeki izlenimlerini şöyle:

Her akşam vaiz vermek üzere teravihe gidip gelirken uzun ve kimsenin olmadığı ıssız yerlerden gelip giderdi. Terörün sık olduğu yıllardaki bu görevi onu etkimedi.

ŞAKACI İDİ

Bir gün bir sohbette, çayına şekeri yarım kaşık atınca, " benim evimde bana cimrilik yapıyorsun. Ocağı yanasıca." dedi.