KİMDİR: Edebiyatçı - Düşünür
(yedi güzel adamdan biri)
DOĞUMU: 1934 Yılında Maraş'ta doğdu.
ÖĞRENİMİ
ÜNİVERSİTE: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini
bitirdi.
LİSE YILLARI: Lise yıllarında (1954-1955) bir grup
arkadaşıyla (Rasim ve Alaeddin Özdenören Kardeşle, Erdem Bayazıt, Sezai
Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan vs.) Hamle adında bir dergi çıkardı.
EDEBİ YAŞAMI: İlk çalışmaları olan şiir ve deneme türlerindeki yazıları Maraş'ta yayınlanan, Demokrasiye Hizmet
gazetesinde yayınlandı.
SANAT: Üniversite yıllarında (1964) İstanbul'da bir
haftalık dergide sanat sayfaları düzenledi.
HUKUK: 1965 - 1967 yıllarında bir bakanlıkta hukuk
müşaviri,
UZMAN: 1967-1973 yıllarında da Devlet Planlama Teşkilatında
uzman olarak çalıştı.
EDEBİYAT DERGİSİ
VE YAYINLARI KURULUYOR
Edebiyat dergisini (Şubat 1969) ve Edebiyat Dergisi
Yayınları'nı 1972 yılında kurdu.
Nuri Pakdil'in ve Edebiyat Dergisi Yayınları'nın ilk kitabı
Batı Notları'dır.
Dergi yayını 1984 yılına kadar sürdürdü.
Edebiyat Dergisi Yayınları, 1972-1984 yılları arasında,
18'i Nuri Pakdil imzasını taşıyan, 45 kitap yayımladı.
ESERLERİ
1. Biat I, Deneme, Haziran - 1973,
2. Harikalar Tablosu-Prevert, Oyun/Çeviri, Temmuz- 1974,
3. Ay Operası / Prevert, Şiir/Çeviri, Nisan - 1975,
4. Biat II - Deneme, Ocak 1977,
5. Bağlanma, Deneme, Şubat 1979.
6. Bir Yazarın Notları II, Deneme, Aralık 1980.
7. Put Yapımevleri, Oyun, Nisan 1980.
8. Biat III, Deneme, Nisan 1981.
9. Bir Yazarın Notları III, Deneme, Mayıs 1981.
10. Kasırganın Çatırtıları / Guillevic, Şiir/Çeviri, Mayıs
1981.
11. Bir Yazarın Notları IV, Deneme, Eylül 1982.
12. Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş, Oyun, Haziran 1982.
13. Edebiyat Kulesi, Deneme, Şubat 1984.
14. Sükût Sûretinde, Şiir, Şubat 1997.
15. Derviş Hüneri, Deneme, Mart 1997.
16. Batı Notları, Gezi-İzlenim, Mart 1997.
17. Arap Saati, Deneme, Mayıs 1997.
18. Umut, Oyun, Haziran 1997.
19. Ahid Kulesi, Şiir, Haziran 1997.
20. Korku, Oyun, Ağustos 1997.
21. Klas Duruş, Deneme, Ekim 1997.
22. Arap Şiiri (Güldeste) I, Şiir/Çeviri, Haziran 1998,
23. Arap Şiiri (Güldeste) II, Şiir/Çeviri, Haziran 1998,
24. Kalem Kalesi, Deneme, Ekim 1998.
25. Bir Yazarın Notları I, Deneme, Mart 1999.
26. Osmanlı Simitçiler Kasîdesi, Şiir, Temmuz 1999,
27. Otel Gören Defterler 1 - Çarpışan Sesler, Deneme, 1999,
28. Otel G. D. 2: Yazının Epik Resmi Çekildiği Sırada-
Deneme, Mayıs 2000,
29. Otel Gören Defterler 3: Büyük Sorgu - Deneme, Kasım 2001,
30. Otel Gören Defterler 4: Simsiyah - Deneme, Nisan 2002,
31. Otel Gören Defterler 5: Ateş Hattında Harf Müfrezeleri
- Deneme, Ocak 2003,
32. Otel Gören Defterler 6: Yazmak Bir Mûcize -Deneme,
Haziran 2005,
-----------
Şiirlerine, yazılarına titizlik gösteren
edebiyatçılardandır. Şiirlerinin bazılarını 100 defa, bazılarını daha çok defa
tekrar tekrar yazdıktan sonra kitabına girmeye hak etmiş olduklarına inanırsa
şayet dizeleştirir ve okuyucuya sunar.
Onu bir çoklarımız yazdıklarını yüzeysel okuduklarından, ya
da rivayetlerden yola çıkarak eleştirir. Şöyle ki; “ Namaz gibi ibadetlere
‘eylem’ dediğini ve okumanın beyhude olduğunu savunurlar. Peki eylem değil de
nedir ya! Bundan daha büyük kelime olur mu?
-----------
ŞİİRİNDEN ÖRNEKLER
Babam Ziyaioğlu
Hoca Emin Efendi
Yaşama cesaretimi artıran
Ağır acı oturuşunuz vardı
Nuri Pakdil
*
Rahman
Suyu temizliyor ayakların /gerçek mi gerçek/
savaş pilotu exupery'nin
parmaklarının suya dokunuşudur
çoğalan ibrahimlerle
bir gelecek vakit habercisi
yeniden çizdi kenti
- buruşmuş çocuk balonları
gibi kaldırıldı
kentin
putları
ve
eski fotoğrafları -
bir şölen
kelimelerde
inanınca duanın gücü artar
tutsaklık eridi
bir akımdır geçen yüreğimden
en uzaktaki bir Müslümanın yüreğine
/varoluş sevmenin ekonomisi/
baktığın yerlerde gölge
rahman rahim
bir kutsal gölge
vakur dinç
bir devrimden
iyi anlarım
- benim işim
devrim
yapmak
bir güzel geyik gibi
özü tarihin
anlamı yaşamanın -her savaşçının-
bir muştu büyütüyorum yüreğimde
bileklerimizin gücüne doğru işleyen
bir asya direnci
afrika siyah inci
en çok şimdi anlıyoruz ömer'i ali'yi hasan'ı ve osman'ı
/keskin nişancı
olarak
ilerliyoruz/
ey öbürsü günleri bekleyen çocuklar
- işçi asker
kutsal
/alınteri kitabımın ilk cümlesi/
burjuva ayağa kalk
güneyde kuzeyde doğuda batıda
yargılıyorum seni
şan soluyan şan alan genç yürekler
ey kardeşler
gören gözlere ortalık ışımıştır
Nuri Pakdil
(mayıs1970)
*
Hem yazı hayatı hem üslubu ve sessiz yaşantısı ile
varlığında adeta efsaneleşen kendi şahsına münhasır bir yazar, düşünür,
edebiyatçı, dava adamı, sonsuza hızlı adımlarla giden bir yürüyüşçü,
çocukluğunda atlasla gezen, uyurken bile yüzüne atlas koyan bir yeryüzü
sevdalısı, annesinin anlattığı Cezayir öyküleriyle büyüyen bir gezgin, “Alın
terinin fişek gibi dümdüz ilerlediği zaman” a vurgun bir derviş, insanı insana
karşı savunan bir özgürlük ve adalet bekçisi, “Umut dağı”’na koşan maratoncu,
kimliğinin her noktasında nöbet tutan bir direnişçi, özellikle edebiyat
severlerin uğradığı/uğraması gereken/uğramadan edemediği önemli bir ocak/durak,
yaşamayı hak/ediş olarak gören uyarıcı, “Klas Duruş”a sahip bir mütefekkir,
kısacası; sükuneti içinde presleyen Muhalif Çelik Adam: Nuri PAKDİL
II.
Evrensel bir düşünüş ve bakış açısına sahip Nuri Pakdil’in
batı ile ilgili görüş ve düşünceleri, üzerinde en çok durulması ve düşünülmesi
gereken konulardandır. Çünkü onun batı tasavvuru, aynı zamanda bir doğu ufku da
verir bize. Bir programa katılmak üzere gittiği Paris’te, batı günlüğü adı
altında tuttuğu notlar onun batı düşüncesi hakkında önemli ipuçlarıdır. Daha
sonra “Batı Notları” adıyla kitaplaşan bu notlar, hala tazeliğini ve önemini
korumaktadır.
Nuri Pakdil’in batı notları, sadece batı izlenimleri
olmayıp, batının onda yaptığı çağrışımları ve doğuya, İslam dünyasına bakışını
da kapsar.
Bilinen gerçeklere yeni bir şey ilave etmediğini, ancak var
olan gerçeklerin yazılması ve üzerinde düşünülmesi gerektiğini vurgular N.
Pakdil.
Paris’e gitmek üzere bindiği uçakta, Trakya üzerinden
geçerken hissettikleri onun Anadolu hassasiyeti ve batı yorumu hakkında bize
ışık tutar: “Aşağısı Trakya ve Balkanlar. Buralar da bizim yurdumuzdu,
Türkiye’nin toprakları içindeydi. Üç yüz yıldan artık bir süre bizim olan,
uygarlığımızın bir parçası olan buraları kolay kolay bırakmamalıydık. Trakya,
tarihi bir soru olarak yeni kuşaklara öğretilmeli, yeni kuşaklardan, bu sorunun
mutlaka cevabını bulmaya çalışmaları istenmelidir. Trakya’yı nasıl yitirdik?
sorusu uçağın içinde durmadan çınlıyor.” Bu sorunun cevabını yeni kuşak bir bir
araştırmalı diyor N. Pakdil. Hala ortalarda cevap bekleyen bir soru…
Her şeyi Avrupalıların bildiğini, onlar nasıl
düşünüyorlarsa bizim de öyle düşünmemiz ve onlara öykünmemiz gerektiğini
isteyenlerin, böylece batılılaşmak adına yabancılaştığını vurgular N. Pakdil.
Batı, daha doğrusu Frankfurt, “geometri” ve “eşya ateşiyle”
karşılıyor onu. Her şeyin akla yüklendiği, ölüm korkusunun had safhada olduğu
batıda tek çare makineleşmekte görülmüş. Özellikle de Almanya’da… Oysa diyor
Nuri Pakdil; “ölmek korkusunu, ancak ölüm ötesi inanca inanarak yenebiliriz.”
İşte ta 1970’lerde bile, N. Pakdil’in tespitiyle batıda eksik olan budur.
N. Pakdil, gezisinin Paris durağında durup düşünüyor. Çünkü
Paris’in anılarımızda olumsuz bir yeri vardır. Kültürde yozlaşma ve
yabancılaşmamızın motor görevini görmüştür Paris. Tanzimat sonrası Paris’e
giden aydınlarımız, batı kültürünü aynısıyla gazete ve dergilerle Anadolu
insanına dayatarak, ana uygarlıklarından koparmaya çalışmışlardır. Çünkü onlar;
“batılılara öykünmek terakkidir...” zannettiler. Bu nedenle; “bizde kültürde
yabancılaşma Fransızların, politik düzeydeki yabancılaşma ise İngilizlerin
etkisiyle olmuştur.” diyor N. Pakdil.
Paris, Cumhuriyet dönemi aydınlarımızın da kötü bir düşü
olmuştur. Çünkü Paris, batılılaşmakla neredeyse eş anlamlıydı.
Nuri Pakdil, Paris’te katıldığı seminerde tanıştığı
Afrikalı dostlarının anlattıklarından yola çıkarak, onların gösterdiği yönü
hedef gösteriyor: “Yabancılaşmayı bırakarak, mazlum ulusların yürek
çarpıntılarını duymanın vaktidir.” Evet, Avrupa’da bu yoktur. Avrupalı aydınlarda doğu çocuklarını Afrikalı
çocuklara bağlayan mistik öz yoktur diyor N. Pakdil.
N. Pakdil 1970’li
yıllarda Afrika’ya büyük önem veriyor. Toynbee’nin Afrika ile ilgili şu tespitini aktararak;
“Onların kullanılmamış enerjileri var. Yorgun değiller. Yeni çağ onların
olabilir.” Afrika ile ilgili çarpıcı tespitler yapıyor. İlk ezanı okuyan
Bilal’ın Afrikalı oluşu, Habeşistan’a elçi gönderilişi hep bir Peygamberin
ilahi bir işareti olarak okumamız gerektiğini hatırlatıyor. Ve Afrika’nın
gelecekteki öncülüğüne ışık tutarak, bu kıtaya eğilmek gerektiğini salık
veriyor ilgililere.
Çağın bizi birlik olmaya, çağırdığını, bu nedenle de
1923’den beri batıya bakarak ağrıyan boynumuzu, çağın buyruğunu dinleyerek
ancak iyileştirebileceğimizi hatırlatıyor. Çünkü ona göre; “çağın devleti olmak
isteyen, çağın buyruğunu mutlaka dinler.”
Nuri Pakdil sürekli tarihe, geçmişe göndermelerde bulunur.
Afrikalı seminer arkadaşı Traore’nin ağzından bu gerçeği teyit eder; “Sizin bir
tarihiniz var. Bir ulusun tarihi olmak, ne demektir bilir misiniz? Ona
dayanarak ilerilere uzanmak kolay. Bir ulus için tarih o denli gerekli ki...
Halkları ulus yapan kuvvet tarihten gelir.”
N. Pakdil’in Batı Notlarında sürekli Türkiye’ye, yerliliğe,
kendi özümüze ve kaynaklarımıza dönüş vurgusuyla karşılaşıyorsunuz. İslam
birliğini vurguluyor. Bunu da Ortadoğu ülkeleri ile birlikte yapmak gerektiğini
hatırlatıyor. Ortadoğu birliğine dikkat çekiyor sürekli.
“Türkiye yuvarlak bir top gibi” masanın üzerinde duruyor.
Onu şekillendirmekle meşgul N. Pakdil. Bu nedenle o, 1970’lerin sıcak
atmosferinde ideolojiye sığınıyor. Çünkü ideoloji, onun için çok şey ifade
ediyor;
“İdeoloji, benim dünyamdır. Bana geçmişimi anımsatır,
bugünümü belirler, geleceğimi tayin eder. Çünkü ödevimin ne olduğunu, ancak
ideolojik dayanışma içinde anlayabiliyorum.”
N. Pakdil, özeleştiriye davet ediyor kendimizi 1970’li
yıllarda. Çünkü ona göre özeleştiriden kaçanın geleceği karanlıktır. Bu
nedenle; “rejimlerin de özeleştiriden kaçınmamaları gerekir.” diyor o.
Bu gözle bakıldığında Türkiye, Ortadoğu ülkeleri için
kelimenin tam anlamıyla “umut” tur. Çünkü yüzyıllarca Ortadoğu’nun sözcüsü
olmuştur Osmanlı Devleti. Osmanlı yıkılınca Ortadoğu da sözcüsüz kalmıştır.
İleri görüşlü tespitleriyle, içimize yürüyen ve hala kanayan yaramıza parmak
basan N. Pakdil’in batı ve Ortadoğu ile ilgili görüş ve düşünceleri BOP (Büyük
Ortadoğu Projesi)’nin hararetle tartışıldığı ve uygunluğuna zemin hazırlandığı
bir dönemde daha da önem kazanmaktadır. İşte o görüşlerde önemli bir kesit:
“Yurdumun çağ için gereği belli. “umut” kelimesi yerine
“Türkiye” adını yazsak yeridir. Çünkü Türkiye yalnız kendi kendisi için değil,
Ortadoğu ülkeleri için de varolmak zorundadır. Çünkü Ortadoğu ülkelerinin
sözcüsü, yüzyıllar boyunca Türkiye (Osmanlı Devleti) olmuştur. Osmanlı
Devletinin yıkılmasıyla, Ortadoğu ülkelerini İslam Uygarlığının belirlediği
birlik çizgisinde özenle korumuştu. Ortadoğu ülkeleri, bu birlik çizgisinden
saptıkları için, toplumsal ve politik bunalımlara düşmüşlerdir. Bu
bunalımlarından kurtulmak için ortak uygarlığın bilincine yeniden ve çağdaş bir
sezişle varmak gerekiyor. Türkiye bu ortak uygarlığın bilincine yeniden ve
çağdaş bir sezişle varabilirse, tüm Ortadoğu ülkeleri için izlenmesi gereken
bir yol çizmiş olacaktır. Bu yol, çağ için de umut yoludur.
Türkiye’nin bin yılı aşkın bir süredir oluşturduğu tarih birikimi
vardır. Tarih birikimi, bir ulusun en canlı kuvvet kaynağıdır. Bu tarih
birikiminden esinlenerek uygarlık değerlerimizi canlandırmalıyız.
Uygarlığımızın özündeki İnanç -ki buna “yerli düşünce” diyoruz- Türk halkı
gönlünde canlı, yeni ve hiç bozulmamış biçimde duruyor. Bu yurdumuzun
kaynağıdır. Yabancılaşma akımlarına karşı ve çürümemek için. Ne var ki, bir
düşüncenin buyurucu bir düzeye çıkabilmesi, aydınlar aracılığıyla
gerçekleştirilebilir.”
Paris’in uygarlığımızla karşılaştırmasında da bulunur zaman
zaman. Paris, “annesini yitirmiş bir çocuk” olarak sunulur bize. Bu nedenle de,
“darmadağınık evin içi” diyor.
N. Pakdil’in o günkü Paris için tespitleri, aslında bütün
batı için günümüzde de geçerliliğini koruyor. Sadece maddeye, makineye sığınan
Fransız halkı, soğuk bir yapıya sahip ona göre. Çünkü, insanlarda manevi boşluk
had safhada. Maddi istek iştahlarını kabarttıkça kabartıyor. Ve madde hiçbir
zaman insanları doyurmuyor ve onları mutlu etmeye yetmiyor. Batı ile doğu
arasındaki temel fark burada yatıyor aslında.
Batı toplumunun çöküntüsü bir umut olarak yeşeriyor onda.
Bu umut, bizi kendi uygarlığımıza davet ediyor aslında. Kendi geçmişimize,
tarihimize götürüyor. N.Pakdil’in de ısrarla üzerinde durduğu, batının bizi
yabancılaştırma oyunlarına karşı, çözümün ancak kendi uygarlığımıza dönüşte
olduğudur. Onun Batı Notları bu vurgularla dolu… Ortadoğu’nun kurtuluşu da aynı
yoldan geçiyor.
N. Pakdil’in Paris izlenimleri, 1970’lerin batı fotoğrafını
da ortaya koyuyor aynı zamanda batıya karşı olan muhalif çelik adam, batı
notlarıyla batı uygarlığının iç dünyasını, çelişkilerini, bunalımlarını ortaya
koyuyor böylece açık seçik.
Batıdan medet uman, batılılaşmaya ve yabancılaşmaya adım
adım koşan Türk insanına bilinen şeyleri tekrar hatırlatarak çıkış yolu ve yön
gösteriyor sürekli.
III.
Nuri Pakdil, içinde taşıdığı duygu ve düşüncelerini bütün
içtenliği ve sadeliği ile kaleme taşır. Çünkü yazmak onda; “doruk noktasına
ulaşmış aşk” ve aynı zamanda; “Ağrı’dan daha da ağır bir dağı yüklenmek” tir.
Kendine has bir üslup ve tarz ile kağıda aktardığı en önemli yazın türlerinden
biri de günlükleridir. Noktalama ve yer yer kendine has işaretler (= , +, _-,
…vs) yazılarının önemli bir özelliğidir. Bu işaretlerle yazıya bir hareket
kazandırır aynı zamanda.
Kudüs posteri, yazı makinesi ve çantasıyla İstanbul
sokaklarını arşınlayan çelik adam Nuri Pakdil’in günlükleri, keskin
kelimeleriyle okuyanı darmadağın eder adeta. Bir “derviş hüneri”yle kaleme
aldığı günlüklerin her kelimesi, içten bir samimiyetle yüreğimize konar.
Nuri Pakdil’in günlükleri, Cemil Meriç’in jurnallerini
hatırlatır bize şiirsel üslubuyla.
Yazıda estetiğe, düzene ve disipline önem veren Nuri
Pakdil, harfleri titiz bir elemeden sonra bir araya getirip, özgün kelimeler ve
altın cümleler oluşturur. İlk okuyucunun zihninde şimşekler çaktıran bazı
kelime ve cümlelerin üzerine özenle yerleştirilen (*)işaretinin dipnotu veya
paragraf içinde yer alan metin dışı öğe (doğrudur; dizgi, düzelti, yanlışı
yok:…) ayrı bir irkilme yaratır okuyucuda. (doğrudur; dizgi, düzelti, yanlışı
yok:…) metin dışı öğeyle sürekli karşılaşır okuyucu. Bir süre sonra okuyucu, bu
tür uyarılara alışır.
“İnsan kendini de pusuda beklemeli” diyen yazara göre;
yoksulluk “bir meşale.”… Çünkü o sürekli vicdanında derin kazılar yapar.
Kelimelerin en zarif tarafından tutunup terfi eder sürekli. Karmaşık ve
ızdıraplı ruh halinin heybetiyle yüklendikçe kelimelere, daha da güzelleşir
cümleler onda. Onun dünyasına girebilmek için, kelimeler ormanında sonsuz bir
yürüyüşe çıkmak gerekir. Erken mi çekti elini kelimelerden? Yoksa ızdırabın
sükunetine mi yumuldu? Bilemiyoruz… bilinen o ki; çelik kelimelerden kalıcı
cümleler bıraktı heybemize.
O kendi deyimiyle; “ülküsünü ülkesinde yaşatmak için” çaba
sarf etti. Bunu yaparken de, sözün gücünü kullandı. Süper güçlerin
hegemonyasına karşı yapabileceği tek şey vardı elinde: hikmetli söz… Bu nedenle
o ancak, ülküsünü hikmetli sözle yaşatmaya çalıştı. Söz elinde bir hallaç
pamuğu gibi döndü dolaştı ve taşı gediğine koydu. Bir söz ustasının maharetiyle
kelimeleri sürdü namluya.
Yalnızlığın sihirli odalarında büyülü kelimelerle içimize
yürüdü sürekli. Kendine ve insana ulaşmanın istasyonu olarak sığındı
yalnızlığa. “insana ulaşmak için en kısa yol yalnızlık mıdır? Yanlarında hiçbir
zaman kolayca kavrayamıyorum da, az sonra yalnızlığıma girince –devamlı hücrem=
yalnızlığım- yoğun düşünmeye başlıyorum insanları.”
Sözcükler onda iyice kaynadıktan sonra cümleleşir. Ham
sözcüklere “KARŞIDURMAK” tavrını takınarak yeni, olgun ve kalıcı cümleler
oluşturur.
Yalnızlık, gece, sükut, Kudüs, hüzün… ondaki büyülü
dünyalar. Adeta sığınılacak limanlar… bütün gücü sanki o gizli odalarda saklı.
IV.
N. Pakdil, kendi çocukluğundan başlayarak, yazın
serüveninden bahsederken “Bir Yazarın Notları I” eserinde Cezayir anektodu bir
hayli dikkatimizi çeker ve duygulandırır bizi. Onun Cezayir ilgisi
çocukluğundan başlayarak yaşamının her kademesinde canlı kalmıştır. Akşam evde
güldeste şiirlerini karıştırırken ilkokul günlerinde bulur kendini birden:
“-Anne, haydi, biraz daha anlat o öyküyü.
-Araplar, uzun, ince, beyaz atlarına binmişler;
koşturuyorlar atlarını. Büyük deniz varmış geçmek istedikleri. Ellerini
açmışlar; durmadan yakarmışlar Tanrı’ya, yardım dilemişler.
-Sonra?
-Sürmüşler atlarını denize.
-Çok gitmişler mi ondan sonra da anne?
-Günlerce, haftalarca gitmişler; gitmişler…
-Nereye gitmişler sonra anne?
-Cezayir’e varmışlar.”
Orta okullu yıllarda mahalli dergi ve gazetelerde yazdığı
yazılar ünlü eleştirmenlerin dikkatini çeker. Yazmak; onun için bir tutku ve
varoluş felsefesi haline gelir daha sonraki yıllarda. Yazmanın temel yolunun
okumaktan geçtiğinin bilinciyle üniversiteli yıllarda bir süre kendisini
okumaya verir. Sabahtan gece 23.00’e kadar açık olan kütüphanede okuma
odalarında demlenir adeta.
O, “yazar olmanın tek yolunun yazmaktan geçtiğinin” altını
çizer notlarında. Yine ona göre; “Yazmak, uzun yürüyüşe başlamaktır.”
Ürünlerini bir yerde yayımlamadığı ya da yazmadığı (ki bu
döneme o yılanlı günler der) dönemlerde mektuplar yazmıştır bol bol.
Mektuplarını ise o şöyle kaydeder tarihe: “Her yere serptiğim tohumlarım:
mektuplarım.”
Askerlik akabinde Edebiyat Dergisi yayımlanmaya başlar. O
bu sevinci ise şöyle ifade eder: “Bir tür varoluş sevinci…”
Kudüs, N.Pakdil’in olmazsa olmazlarından bir semboldür.
Yazılarındaki Kudüs; dinamizm, heyecan, özgürlük, umut, gelecek olarak yürür
içimize. İçten bir Kudüs aşığıdır o: “Ve yüreğinin üzerinde bir tül gibi duran
Kudüs, ah Kudüs.” Çalışmalarında, İstanbul’u nokta, Paris’i virgül, Kudüs’ü ise
iki nokta olarak görür kendince.
“Kudüssüz ve İstanbulsuz aşk yoktur.” ona göre.
Çünkü ona göre; “Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez.
Bizim için hala da özel bir konumu vardır. Kudüs’ü savunmak gerçek bağımsızlığı
savunmaktır.” O nedenle hiç yanından ayırmaz 23X82 havadan çekilmiş Kudüs posterini.
Ve tabii ki yazı makinesi ve çantasını da... Hala içimizde büyük bir boşluk
olarak duruyor Kudüs… İlk kıblemiz ve özgürlüğümüz esareti soluyor. Kudüs
savaşıyor. Filistinli taş atıyor İsrail’e. Bu nedenle Kudüs’ün özel bir yeri ve
anlamı olmuştur N. Pakdil için. Onun şiirlerine, yazılarına, günlüklerine belki
de en çok Kudüs konu olmuştur. Çünkü O’na giden bütün yolların kesiştiği yer
orası…
Çünkü; “Kudüssüz ve İstanbulsuz aşk yoktur.”
N. Pakdil, Bir Yazarın Notları’nda kendine has üslup ve kelimelerle,
hem yazarlık serüveninden hem de gönül yolculuğundan söz eder. Söz dönüp
dolaşıp yazara ve hammaddesi sözcüklere geldiğinde, söz bilenir ve yüreğimize
konuşlanır. Duygu yüklü kalemi, tecrübe akıtır sayfalara. Ve yazarların
genellikle sözcüklere başkaldırdığından bahseder. Onu okurken, hep kendinizden
bir şeyler bulursunuz. Çoğu kere acı oluk oluk içinize akar ve nemli gözlerle
selamlarsınız hayatı. Ya sabır deyip yola koyulursunuz ister istemez. Yormadan,
bıktırmadan, usandırmadan incilerle süslenirsiniz onu okurken. Kendinizden
geçip yine kendinize gelirsiniz bir bakıma.
V.
Nuri Pakdil, edebiyat dergisi kapandıktan sonra uzun bir
süre yazılarına ara verdi. Sessizliğe büründü adeta tek odalı hücresinde. Ona
yakışıyordu yalnızlık ve sessizlik… 1999 yılının başında siyah kaplı kitaplar
serisiyle selamladı yeniden dostlarını: Otel Gören Defterler… En son 2003’ün
Ocak ayında beşincisi yayınlandı bu serinin.
Otel Gören Defterler’de yeni bir versiyonu var dipnotların;
“(Aşağıdan yukarıya doğru 4.satıra dizgi ve düzelti yanlışı yok, doğrudur: cam
da)” artık alışılagelmiş dipnotlardır bunlar.
“Edebiyatın yeri” Otel Gören Defterler’de de peşinizi
bırakmıyor: “fırtına dindikten sonraki kıyı gibi edebiyatın yeri.” Yine insanın
içine saplanan ok gibi kelimeler ve yine oklar, kareler, uyarı ve dipnotlarla
harekete geçirilen cümleler...
Anlaşılan N. Pakdil, Otel Gören Defterler’de yürüyüşünü
daha derinleştiriyor ve daha mücerret bir dünyada gezdiriyor bizi. Öyle duygu
yüklü, öyle gergin ve öyle anlam yüklü ki kelimeler, taşımaya gücünüz yetmez
çoğu kere. Onu anlamak ve algılamak da bir o kadar maharet ve titizlik ister
şüphesiz.
Yetmişinde bir bilgeden, son derece heyecan verici
kelimeler tatmak bir o kadar heyecanlandırır bizi.
Ama yine de insan daha somut ve doyurucu şeyler bekliyor N.
Pakdil’den. Yani daha net ve kolay hazmedici şeyler !... Belki de hazırcı,
yiyici ve çok tüketici bir toplum olmamızın gereği olsa gerek bu talepler.
Otel Gören Defterler’de Ortadoğu, onda yine dünyanın hususi
dilidir.
Bu nedenle o her cümlenin vebalinin ağır olduğu bilinciyle;
“Kapsama alanına tüm insanlık girmektedir.” der.
İç dünyasının karmaşasını ve yer yer berraklığını aktarıyor
sayfalara N. Pakdil Otel odasından Maraş diyarına, “Ahır Dağı” eteklerine, “Kay
Yokuşuna” sürekli gidip geliyor. Bilinçaltına gizlenen çocukluğuyla yürüyüşe
çıkıyor zaman zaman. Ama yanında hiç eksik olmayan Kudüs ve Filistin. Musluğu
açınca bile su Filistin akıyor onun gözlemleriyle.
VI.
Nuri Pakdil birçok yazın türünde ürün vermiş doğurgan bir
yazar ve şairdir: Deneme, günlük, tiyatro, şiir… vs. kendine ait bir alfabesi
ve imlalaması vardır. Tashih ve noktalama işaretlerine çok önem verir. Bir
harfin küçük veya büyük yazılması onun için çok önemlidir. Özel hayatının
titizliğini yazılarında da görürüz. Zaten onda yaşantı ve yazı içiçedir.
Nuri Pakdil’in dili, soyadı gibi paktır. Türkçe’yi en güzel
kullanan yazarlarımızdan biridir. Pak bir dil ve sade bir Türkçe ustasıdır.
Kelimeleri bir kuyumcu titizliğiyle ölçer, tartar ve en
vurucusunu sürer namluya… Onun üslubunun çekim alanına giremeyenler, yazılarını
itici ve anlaşılmaz bulabilirler. Ancak Onun cazibe alanına girdiniz mi, bir
daha ayrılamazsınız. Her kelimenin özel bir anlam taşıdığına şahit olur ve
okuduklarınızdan keyif almaya başlarsınız. Rasim Özdenören, onu en çok geceleri
ve yalnızken okumayı tavsiye eder bir yazısında. Evet, onu gecenin
sessizliğinde yalnızken okuduğunuzda sizde bir ilaç etkisi yaratır adeta.
Nuri Pakdil genellikle, insan ve toplum üzerine
yoğunlaştırır yazılarını. O, evrensel bir ufuk ve kalem erbabıdır aynı zamanda.
Nerede bir mazlum görürseniz, onu yanı başında görürsünüz hemen. Çünkü o,
ağlayan bir yüreğe sahiptir.
Kendini yetiştirmeye ve başkalarını yetişmeye adamış bir
“öteli” gibidir Nuri Pakdil. Yani o eğitirken, eğitilir de aynı zamanda. Sözün
gücünü kullanarak duygu ve düşüncelerini ifade etmeye çalışmış bir mürebbidir.
Eserleri yazdıklarından ibaret olmayıp, aynı zamanda
yaşantısı da başlı başına bir eserdir. Onun hayatıyla sanatı iç içedir.
VII.
1960’lı yıllardan sonra hem edebiyat hem de düşünce
dünyasında önemli katkıları olan dergilerden biridir Edebiyat Dergisi. Ve tabii
ki Nuri Pakdil’in lokomotifliğinde… Çünkü Edebiyat Dergisi, Nuri Pakdil ile
özdeşleşen, örtüşen bir dergidir. Dergide tamamen Nuri Pakdil’in manevi
lokomotif görevi ve hassasiyeti ön plandadır. Nuri Pakdil Edebiyat Dergisi’nin
doğuşunu Fethi Gemuhluoğlu’ndan aldığı bir mektubu anarak şöyle anlatır: “…
Onurlandığım mektuplarının birinde, bir sanat dergisi çıkartmamı, birtakım arkadaşlarla
bu derginin çevresinde toplanmamızı buyuruyordu (Edebiyat dergisinin tohumu
belki de 1964’lerde düşmüş oldu içime).”
Edebiyat Dergisi, hem kendi kuşağına, hem de kendinden
sonraki kuşaklara faydalı olmuş, birçok şair, yazar ve edebiyatçının yetişmesine
vesile olmuş bir “ocak” dergidir.
Edebiyat Dergisi zor bir zaman ve zeminde, ideolojik
kamplaşmaların had safhada olduğu bir dönemde yayına başlamasına rağmen, bir
hayli başarılı bir çizgi takip etmiş ve toplumun değişik kesimleri tarafından
heyecanla takip edilmiştir. Kullandığı dil, gündeme getirdiği konular ve parmak
bastığı mevzularla okuyucuların ilgisini çekmiş ve özgün bir tarz tutturmayı
başarmıştır. Bu başarısında, o dönemin kısır tartışmalarına (sağ- sol –
komünizm vs…) girmemesinin ve hadiselere evrensel bir bakış açısıyla
yaklaşmasının etkisi büyüktür şüphesiz. Bu evrensel bakış açısı hem Nuri
Pakdil’de, hem de dergide yazan diğer yazarlarda olması dikkatlerden kaçmıyor.
Edebiyat Dergisi Nuri Pakdil’in tabiriyle aynı zamanda “devrimci” bir dergidir.
Edebiyat Dergisi ulusal bir yayın çizgisine sahip bir
“bildiri” vazifesi de görür. On altı yıllık yayın hayatı boyunca (1969-1984)
tüm insanlığa umut pompalamıştır. Yayın hayatı boyunca aynı motivasyon ve
heyecanla batıya karşı cephe almış ve “yerli düşünce ve bunun bütün değer
yargılarına bağlılığı” hararetle savunmuştur. Nuri Pakdil’in “batı günlüğü”
yazılarında bu tavrı çok net bir şekilde görmek mümkündür.
Edebiyat Dergisi’nin Aralık 1984 sayısında Nuri Pakdil’in
yaptığı kısa bir açıklama, derginin yayına son verdiğini haber veriyordu: “..
Beşinci dönemin 111 ayı boyunca hiç olmayan ‘ara’ aksama bu 1984 yılında tam
dört kez oldu. Şimdi bu sayıyı Edebiyat’ın Mayıs 1984, Haziran 1984, Kasım 1984
ve Aralık 1984 sayılarının tümü için çıkarıyorum. İçinde bulunduğum koşullarda,
ancak böyle tamamlayabiliyorum 1984’ü”
Kısacası Edebiyat Dergisi, doğru bir zamanda, doğru sözler
söylemiş, isabetli çıkışlarda bulunmuş ve insanlığa doğru bir yön göstermiş bir
dergi olmaktan öte bir “ocak”’tır.
VIII.
Sonuç olarak Nuri Pakdil, hem sanatı hem de yaşantısıyla
üretken bir şahsiyettir. Varlığında efsaneleşen Nuri Pakdil, bizce henüz
miadını doldurmamış ve söyleyecekleri bitmemiştir. Dünyanın kabuk değiştirmeye
başladığı bir dönemde onu daha çok aramaya başladık. İnanıyoruz ki; o mutlaka
konuşacak ve taşı gediğine koyacaktır. Sözü (doğrudur; dizgi, düzelti, yanlışı
yok:sözü) yormadan onunla noktalayalım:
Olsa olsa, sükutunu duvara asar, tüfek gibi; bakar.”
nuri pakdil, rasim özdenören
ve mehmet gemci
-----------------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder