SOYU:
Dervişçim Ocağından ozan Osmanlı
öğretmeni Kalender Dede’nin oğludur.
KİMDİR:
Bugüne kadar Dedelik yapmasa da, Dedelerle ilgili canlı gözlemleri ve Dedelik
kurumuyla da ilgili önerileri bulunan bir öğretmendir. Aynı zamanda 4 öğretmen
oğul babasıdır.
--------------
DOĞUMU:
1924’de Maraş / Elbistan Yenisöğüt Köyünde doğdu.
BABA:
Babası, (Osmanlı ilkokullarında) eski yazı öğreten bir hocaydı. Babası, bu görevini 1928 yılına kadar
sürdürdü.
GÖÇ:
Malatya’nın Akçadağ İlçesi Harunuşağı Köyüne, babasının görevi dolayısı ile
yerleşti. İlk çocukluk yılları (yedi yıl) o Köyde geçti.
BAŞKA
YERLEŞİM: Babası, Kalender Dede’nin, Akçadağ Dedeyazı Köyüne atanması
nedeniyle,
ÖĞRENİMİ:
İLK
OKUL: Akçadağ Dedeyazı Köyü
İlkokulunda okudu. O dönem ilkokul üç
sınıflıydı. Oradan Akçadağ Keller Köyüne yerleşti. Babasının yönetimi altında on ay, köyün erkek
çocuklarını okuttu.
Akçadağ
merkez Ziya Gökalp İlkokulunda da dördüncü ve beşinci sınıfları okudu.
ORTAOKUL: 1938 Yılında (Malatya merkez) Malatya
Lisesine başladı. Ortaokulu burada tamamladı.
NİNE
HATUN: Malatya Lisesinin ikinci sınıfında okurken, o dönemdeki Milli Eğitim
Bakanlığının bir uygulamasından yararlanarak, 1942’nin son günü Erzurum
Öğretmen Okuluna (Nine Hatun Öğretmen Okulu) girip, 1944 yılı Haziranında
ilkokul öğretmeni olarak mezun oldu.
ÖĞRETMEN:
Malatya Arapkir merkez ilkokulunda on beş gün öğretmenlik yaptıktan sonra,
YÜKSEK
OKUL: Balıkesir Eğitim Enstitüsüne kaydoldu. Burada 3 yıl okuduktan sonra mezun
oldu.
GÖREVİ
VE YAPTIKLAR
1.
Köy enstitülerinde Türkçe ve Sosyal Bilgiler öğretmeni olarak görev yaptı. Daha
sonra Türkçe dersini branş ders olarak seçip öğretmenliğine devam etti.
2.
Malatya Akçadağ Köy Enstitüsünde dört yıl, Adana Düziçi Köy Enstitüsünde iki yıl
çalıştıktan sonra orta öğretime geçti.
3.
Sivas Kangal Ortaokulunda (1947/48) iki yıl,
Elazığ Lisesinde 6 yıl, Malatya
Lisesinde ve Atatürk Ortaokulunda 8 yıl
yönetici olarak çalıştı.
4.
1972 Yılında İstanbul'a yerleşti. Üsküdar Halide Edip Adıvar Ortaokulunda 6 yıl
çalıştıktan sonra,
EMEKLİ:
1977 Yılında emekli oldu.
MAHLASI:
Ozan, 1976 yılından bu güne kadar şiirlerinde
Seveni mahlasını kullanmaktadır.
MEDENİ
DURUMU: Ozanın, öğretmen olan dört oğlu var. Aynı zamanda Ocakzade Mehmet
Ocakoğlu’nun bugüne kadar yayınlanmamış birçok şiiri var.
ŞİİRLERİ:
Aşk, sevda, insan, doğa sevgisi konularını içeren birçok şiiri olduğunu gibi
babasının da tasavvuf konularını içeren şiirlerinin olduğunu söylüyor.
Ozanlar
- Dedeler – Alevilik – Mürşit - Cem Evleri -
Tekke Ve Zaviyeler vd…
Bakışı
– Görüşleri
Alevilik: Alevilik bence gerçek insanların, gerçek
insanlığın yoludur, diyen Ocakoğlu’na göre Aleviliğin ibadet anlayışı gerçek
insan sevgisine dayanır. Dört kapı, kırk makam bu inançta çok önemlidir. Alevilikteki
Cemler ise, gerçeklik ve birlik makamı olan, bilgili, olgun kişilerin
oluşturduğu Kırklar Cemi’ne dayanır. Dört kapının dördüncüsü, Hakikat Kapısı,
olgun kişilerin ulaştığı varlıkların birliği (Vahdet-i Vücut) makamıdır.
“Kırklar Meclisi”, birlik ve gerçeklik (hakikat) makamıdır. Burada ikilik ve
benlik yoktur, birlik vardır.
Mehmet
Ocakoğlu’na göre; Alevi ahlakının kökleşip yayılmasında Alevi dedelerinin
görevi; canların sevgi, saygı, barış, dirlik, birlik içinde yaşamalarını
sağlamıştır. Kimsenin kimseyi incitmemesi, hoş görmesi temel kural olarak
uygulanmıştır.
Hacı
Bektaş Veli: Anadolu Alevi-Bektaşi
yolunun piri ve önderidir. Ariflerin en ileri geleni, hakikate ve marifete
ermiş olanların başı, insanlığı aydınlatan, eğiten düşünürlerin öncüsü ve
çağının en seçkin düşünürüdür. Hacı Bektaş Veli, her şeyi insanda arayan,
insana en yüce değeri veren, Anadolu Türk birliğini kuran gerçek bir aydın;
yaşantısıyla, Anadolu halkına olan unutulmaz büyük hizmetleriyle sevenlerinin
gönüllerine taht kurmuş olan gerçek bir önderdir. Bilgiye, bilime son derece
önem verir. Her özdeyişi insana gerçek birer ahlak dersi niteliğindedir.
TEKKE
VE ZAVİYELER: Ocaklar dedelerin içinden çıktığı ve dedelik görevlerini yerine
getirebilmeleri için yetiştikleri kurumlardır. 30 Kasım 1925’ten sonra Tekke ve
Zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte ocaklar da, Tekke ve Zaviyeler gibi
özelliklerini, niteliklerini kaybetmeye başlamışlardır. Şimdilerde CEM evleri
var. Fakat maalesef bu Cem evlerinde hizmet yürütmeye ehil dede bulmak zordur.
Bugünkü duruma gelmemizde bilgisiz dedelerin de payı vardır.
MÜRŞİT:
Bence mürşitlik dedelik kurumunun en üst mevkisidir. Mürşidin olmadığı yerlerde
Dede, Baba, Seyitler hizmeti görürler. Mürşit doğru yolu gösteren, canları
aydınlatan üst yetkilidir. Görev yönünden Hz. Muhammed’i, Hz. Ali’yi ve Pir
Hacı Bektaş Veli’yi temsil eder. Onların adına ikrar alır, nasip verir. Ayini,
Cem'i yönetir. Talibi eğitir, öğretir; olgun kişi yaparak insanlığa yararlı
durama getirir. Mürşit olmadığı zaman bu görevleri DEDE yerine getirir.
DEDELER:
Ozana göre Dedelik önemli bir görev olmasının yanında bir o kadar da zor bir
görevdir. Ona göre; gerçek bir dede bilgili, görgülü, sevecen, hoşgörülü, aydın
ve hizmet sever olmalıdır. Ayrıca yaşamında kusurlu, olumsuz davranışları olan
dedeler dedelik yapamazlar.
Dedelikle
ilgili bilgileri rahmetli babamdan ve Alevilikle ilgili kitaplardan öğrendim.
Yıllarım; on iki yaşına kadar köylerde sonra yirmi yaşına dek ilçe kentlerde
(Akçadağ, Malatya, Erzurum, Balıkesir’de geçti. Şimdilerde bir dedenin dedelik
yapabilmesi için eğitim şarttır. Bu konuda okulların açılması gerekmektedir.
Bence dedeler de talipler tarafından denetlenebilir, sorgulanabilir. Dede
eşleri de dedelere layık bir şekilde bilgili, görgülü, anlayışlı olmalıdır.
Musahiplik gerçek dostluktur. Ululardan ulu bir yoldur. Ama gerçek Musahip
bulmak, Musahipliği sürdürmek oldukça zordur. Şimdilerde Musahiplik çok
zayıflamıştır.
DEDELER
CEMLERDE NELER YAPARLAR: Dedeler, Cem ayinlerinde önce çerağları (mumları)
yakarak başlarlar. Dedeler dua (gülbenk) verdikten sonra Cemi aydınlatma
görevini çerağcı (delilci) tarafından yapılır. Mumlar yakılarak başlanır. Sonra
sorgu, görgü, ikrar verme, semah ve lokma dağıtımı işlemleri yerine getirir.
Halk
Ozanları: Halk ozanları, halkımızın bağrından yetişen, insanlık sevgisiyle
dolu, sevecen, hoşgörülü insanlardır. Halkın duygu ve düşüncelerini gerçek
insanlık sevgisini, Alevilik Bektaşilik inancını, anlayışını, özünü, amacını,
öz anadilimizle şiirleştirerek dile getiren saygı dolu canlarımızdır. Yunus
Emre’den günümüze dek gelmiş, yetişmiş olan bütün saz ozanlarımızın deyişleri,
şiirleri insan sevgisini, belli başlı eğitim ve ahlak kurallarını en iyi, en
açık ve en doğru şekilde dile getirmektedirler.
Özellikle
Alevi olan halk ozanları ise; gerçek ve seçkin saz ozanlarımızın Aleviliğe
katkıları anlatmakla bitmez. Alevilik Bektaşilik inancının amacını, nitelik ve
özelliklerini en iyi şekilde yazmışlar, yazıyorlar. En azından zaman zaman
televizyon ve radyolarda türküler dinliyoruz. Bununla ne kadar övünsek azdır.
Bu bizim öz kültürümüzün parçalarıdır.
Yunus
Emre, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, Şah Hatayi, Anadolu Hatayileri, Kul
Himmet, Virani, Genç Abdal, Seyyid Nesimi, Anadolu Nesimileri, Noksani, Harabi,
Aşık Dertli, Yirminci Yüzyıl ozanlarımızdan Aşık Veysel var. Ama benim bir
özelliğim de günümüzde yaşayan büyük ozanlarla aile dostu ve daha doğrusu baba
dostu olarak ilişkilerim vardı. Ali Haki, Kalender Baba, Mücrimi, MELULİ,
Mikail Aksoy, Hüseyin Güney bizim Malatya ve Elbistan köylerinde yetişmiş olan
değerli canlar. Hepsiyle tanışmıştım. Daha onlar gibi yaşamakta olan birçok
ozanımız vardır. Halk ozanı Adil Ali Atalay’la, abisi Ahmet Atalay (Gizlim)’la
da sevgi ve saygıya dayalı diyaloglarımız sürmektedir.
Tanrı
yüce bir sevgi olduğuna göre ozanlarımız bu büyük gerçekliği açıklıyorlar.
Nefsini bilmek de anacak gerçek bir eğitim ve öğretimle sağlanabilir.
Halk
ozanlarımızın birçok sorunları vardır. Halk ozanlarının sorunlarının çözümü
ancak devletin desteğiyle çözümlenebilir. Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür ve
Turizm Bakanlığı bu konulara eğilmiş olsalar halkımıza değerli bir hizmette
bulunmuş olurlar. Fakat bu konuda bir şey yapıldığı yok. Eğer bu bakanlıklar
ozanlarımızın kaset ve kitaplarını yayınlasalar onlara ve topluma büyük hizmet
etmiş olurlar. Sorunlar da önemli oranda çözülür.
Alevi
Sünni Soğukluğu: Alevilerle Sünni
vatandaşlar arasında bilgisizlik (cahillik) ve bilinçsizlik nedeniyle ve
birilerinin ara karıştırıcılığıyla sorunlar yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Gönül
ister ki bu iki inanç topluluğu arasında hiçbir sorun olmasın, hep karşılıklı
sevgi ve hoşgörü ekseninde yaşam olsun. Laik, demokratik cumhuriyette herkesin
vatandaşlık bağıyla birbirine bağlandıkları, inançların birbirlerini hor
görmedikleri bir yaşam gereklidir. Bu bizim inancımızda vardır. Ülkemizin
ihtiyacı olan birlik ve beraberliktir. Alevilerle Sünnilerin kendilerini
anlamaları, hoşgörülü olmaları gerekir. Yetkin devlet adamlarına, aydınlara,
okuryazar kesime çok görev düşüyor.
Umarım
tüm sorunlar bir gün biter, insanlar birbirlerini gerçek bir dost gibi, gerçek
bir Musahip gibi kucaklarlar.
GÖRGÜ:
Dedelerin Cem yürütmelerinde yaşlarının, görgü ve bilgilerinin büyük önemi
vardır. Ehil olmayanlar posta oturup, dede oğlu olmalarına rağmen Cem
yürütemezler.
Cemlerde
görgü çok önemlidir. Görgü kelime olarak; bir toplum içinde uyulan saygı ve
incelik kurallarıdır. Bir kimsenin anlayış, seziş ve bilgisini artıracak
nitelikte karşılaştığı olgu, deneyim olan görgü Alevilikte bir inanç kurumu
olmuştur. Mürşidin huzurunda, canların karşısında insanın doğru ve dürüst bir
yaşam sürüp sürmediğinin hesabının verildiği görgü her sene tazelenmesi gereken
Alevilerin en önemli sorgu makamlarıdır.
------------
ŞİİRLERİNDEN
ÖRNEKLER
1.
İlk
görüşte bana “gel gel” eyledi
Gönlümün
köşküne konan sevgili
Bir
bakışta beni hayran eyledi
Sevgimin
yolunu açan sevgili
Gözlerinden
aşk kitabın okudum
Gül
yüzünden sevgime şal dokudum
Sevem
diye can evine sokuldum
Gönlümün
köşküne konan sevgili
Bülbül
gibi gül dalına konayım
Her
dem, her an gül hatırın sorayım
Sevgin
ile aşk meyine kanayım
Gönlümün
köşküne konan sevgili
Gülüşüyle
beni mestan eyledi
Sevgiyi
gönlüme bostan eyledi
Sevenlerin
öz bağından söyledi
Gönlümün
köşküne konan sevgili
SEVENİ
özlerken bir güle erdi
Özlediği
cananı öz candan sevdi
Birden
bire aşkın gönlüne daldı
Gönül
sarayıma girdi sevgili
Bu
şiir, 13/14 Mart 1976 gecesi sevdiğim sağlıkçı dost Hüseyin Güney’e konukken
sazlı sözlü doyumsuz muhabbetimizin ürünü olarak, ‘Seveni’ mahlasıyla
doğdu-(SEVENİ).
2.
Çağrı
I
Gerçektir
Muhammed Ali
Ezelden
demişiz beli
Doğru
yol Ehlibeyt yolu
Sürebilirsen
gel beri
Yol
Muhammed Ali yolu
Sevenler
aşk ile dolu
Pirimiz
Bektaşı Veli
Sevebilirsen
gel beri
Yabanda
hiç bulunmaz Hakk
Arif
isen özüne bak
Gerçeklerden
kalma uzak
Canlar
seversen gel beri
Müslümanlık
güzel ahlak
Kusur
sende kendine bak
Yobazın
körlüğün bırak
Bağnazlığı
at gel beri
SEVENİ
der neylemeli
Dostla
gönül eğlemeli
Gerçekleri
söylemeli
Duyabilirsen
gel beri
3.
Bir
güzel yoldaş olam
Gezer
onunla yayla, dağ
Özünü
özüne salan
Sever
onu gerçek ve sağ
Aşkı
gönülleri bürür
Kar,
kış soğuğundan korur
Benliği
sevgide erir
Yıllar
yılı uzun bir çağ
Güzeller
sever olmalı
Verdiği
sözde durmalı
Hakk’ı
sevgide bulmalı
Hayal
değil, gerçek ve sağ
Güzelin
sözü güzeldir
Sevene
nazı güzeldir
Tüm
eksikleri düzeltir
Yalan
değil, gerçek ve sağ
Güzel
olan can incitmez
Cahillere
gönül katmaz
Şehvet
batağına batmaz
Sever
eşini gerçek ve sağ
Güzel
cana sağlık verir
Gönüle
bağlılık verir
SEVENİ’ye
varlık verir
Ürünü
bitmeyen bir bağ
AÇIKLAMA
VE KELİMELER
Musahip:
Alevilikte yol arkadaşı demektir. Evli bir çift yine evli olan başka bir cifti
Musahip olarak seçer. Musahipler dede tarafından bir Cem ayini sırasında
görülür ve musahiplikleri meşrulaşır. Musahiplikte ilke olarak çiftlerden
birinin ekonomik acıdan daha zayıf olması tercih edilir. Musahip, bir alevi
için kardeşten daha ileridir. Musahiplerin çocukları da karşılıklı kardeş
sayılır. Musahipler birbirlerine kardeş ve bacı diye hitap ederken çocuklar da
ebeveynlerinin Musahiplerine babalık ve analık diye hitap ederler.
Musahip
olmak aileye çok ağır sorumluluklar yükler. Gidilmesi çok zor bir yoldur,
meşakkatlidir. Hele günümüzdeki kankalık kavramıyla hiç ilgisi yoktur.
Musahip
kardeşlerin çocukları birebirleriyle evlen(e)mezler. Bu yasak, akraba
evliliğinin yaygın olduğu bir kültürde ve coğrafyada uygulanması nedeniyle
dikkatimi çeken bir noktadır.
Ehli
Beyt: Ehli Beyt deki, ehl ile ahali aynı
köktendir. Kişiler demektir. Beyt ise ev demektir. Yani ev ahalisi manasına
gelir. İslam peygamberi Muhammed'in ev ahalisi için kullanılan bir terimdir.
Ehli Beyt deyimi Kuran'da da geçer.
Ehli
beyt'ten olmak İslam toplumunda özel bir statü ve seçkinlik anlamına geldiği
gibi Şii İslam toplumunda kendilerine özel bir gelir tahsis edilmiştir.
Anlayış
farkları: Sünniler, ehli beyti genel olarak Peygamberin hanımları, çocukları ve
torunlarından oluşan, saygı duyulan bir topluluk olarak ele alırlar. Şiilikte
ise bu toplum halifelik, yönetim hakları, görüşlerinin eleştirilemezliği, masum
oluşları, dünya ve ahiretteki statüleri ve yer yer insanüstü özellikler
barındıran mistik yönleriyle bir üst katman şeklinde değerlendirilirler.
Sünnilik
ile Şiilik arasında bir anlayış farkı da bu kavramın kapsamı ile ilgilidir.
Sünnilikte, kesin hatlarla çerçevesi çizilmeyen bu kavram Şiilere göre; Ali,
Fatıma Zehra, Hasan ve Hüseyin ve onların soyundan gelen 12 imamları kapsar.
12
İmam
1. Ali bin Ebu Talib (Ebu Talip Oğlu Ali)
2. Hasan bin Ali (Şerifan) (Ali Oğlu Hasan)
3. Hüseyin bin Ali (Seyyidan) (Ali Oğlu
Hüseyin)
4. Zeynel Abidin (Hüseyin Oğlu Zeynel)
5. Muhammed el-Bakır (Ali Oğlu Muhammed)
6. Cafer-i Sadık (Muhammed oğlu Cafer)
7. Musa-i Kazım (Cafer Oğlu Musa)
8. Ali
Rıza (Musa Oğlu Ali)
9. Muhammed Taki (Ali Oğlu Muhammed)
10. Ali Naki (Muhammed oğlu Ali)
11. Hasan-ul Askeri (Ali Oğlu Hasan)
12. Muhammed Mehdi (Hasan oğlu Muhammed)
Çerağ
- Çerağ Uyandırmak: Aleviliğin önemli simgelerinden birisi. Cem merasiminde
anlatılan yaradılışta, çerağ yakılır.
Alevilik
kaynaklarında çerağ, 3 madde şöyle anlatılır.
1.
Kainatın karanlıktan aydınlığa, Allah'ın zatı ile çıkacağını sembolize etmek
için mum yakılmasına çerağ uyandırmak denir.
2.
Çerağ, nur suresi'nin 35 ve 36. ayetleri okunarak uyandırılır.
3.
Çerağ, ışık ve nur anlamındadır. Kur'an'da "ey insanlar! size rabbinizden
bir delil gelmiştir. biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık
gönderdik." buyrulmuştur(nisa suresi 174. ayet). Ahzab suresi'nin 46.
ayetinde de; "Ey Resulüm! Sen, Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan
bir delil olarak gönderildin." denilmektedir.
Esenlik:
Özlü yaşam, mutluluk.
Gülbenk:
Alevilikte dua sözcüğü ile eş anlamlı olarak “gülbank” ve “tercüman” sözcükleri
de kullanılmaktadır. Değişik zamanlarda değişik amaçlarla yapılmaktadır.
Özellikle cem ibadeti sırasında Dede sık sık gülbenk okur (dua eder). İbadet
ederken, bayramlarda, mutlu zamanlarda ve üzüntülü anlarda ‘gülbenk” ve
“tercüman’’ okunarak dua edilir.
Görgü
NEDİR:
Alevi
yolunda her talib, yılda bir kez tüm topluluğun ve pirinin huzurunda, o yıl
içerisinde yaptıklarının ve yol kurallarına uyup uymadığının hesabını verir.
Burada hem dinsel hem dünya evi sorunlar, sorumluluklar söz konusudur. Eğer
kişi, topluluk tarafından kabul görülmeyen hatalar, fenalıklar yapmamış ve
kuralları yerine getirmişse, pirin ve orada bulunan yol erenlerinin izniyle
görülmüş olur.
Komşuluk
ilişkilerinde hoşnutsuz, yol kurallarına aykırılık gösteren kişiler düşkün
bırakılırlar. Düşkünlük bir anlamıyla toplumun dışına çıkarmak, cemaatten atmak
anlamına gelir. Cezanın büyüklüğüne göre geçici ya da sürekli düşkünlükler
vardır.
İkrar
Vermek: İkrar sözdür. Söz vermek ve
sözünün gereklerini yaşamında ortaya koymak, sözüne, yani ikrarına bağlı kalarak
bir yaşam sahibi olmaktır.
Aleviler
için ikrar demek; Alevilik yoluna girmenin, Aleviliğe bağlı olmanın, bu yolu
layıkıyla sürdürmenin adıdır.
Semah:
Alevi inanışında büyük bir yer tutar. Sözcük anlamı; günahlardan arınmak
anlamına gelir. Alevi Ceminde de öyle kabul edilir.
Lokma
Dağıtımı: 1. Alevilikte Kurban LOKMADIR, lokma herhangi bir yiyecektir. Amaç,
herhangi bir yiyeceği paylaşmaktır. Kurban kesmede, lokma dağıtmada şekil
değil, niyet önemlidir, belirli bir gün veya tarihi yoktur, istenildiği zaman
yerine getirilebilmektedir. kurban aynı zamanda din, tanrı adına insanların
öldürülmemesi, nefsin öldürülmesi gibi, derin anlamları olan bir inanç ve
gelenektir. 2. Dualanmış bir yiyeceğin her parçasına denir. Dedelerden,
ululardan lokma almak sevaptır.
CEM
NEDİR
Sözcük
anlamı olarak, birleşme, birlik olma, bir araya gelme demektir. Alevi inancında
, ibadet için cem olma, bir araya gelmeden yola çıkılarak, bütünleşme anlamında
kullanılır. İbadetin yapıldığı yere cem evi denir.
Alevi
inancı cemsiz düşünülemez. Bir Alevinin doğumundan ölümüne tüm yaşantısı cem
ile bağlantılıdır. Yola girdiği, müsahib tuttuğu, erkan gördüğü,
görüldüğü-sorulduğu yerdir. Cemin çok çeşitleri vardır. Kurban cemleri, görgü
cemleri, Abdal Musa cemleri, Bayram cemleri.
KIRKLAR
CEMİ
Alevi
inancına göre Hz. Ali bu yolu kurduğu zaman kendine eşlik eden kadınlı erkekli
40 kişi ile birlikte ilk kez bu cemi gerçekleştirdi. O günden bu yana Alevi
topluluğu bu kırkların cemini sürmektedir.
Kırklar
Meclisi ve Cem
“Hz.
Muhammed (S.A.S.) Mirac’a çıkarken yolunu kükreyen bir aslan keser. Gaipten
gelen bir ses, parmağındaki yüzüğü aslanın ağzına atmasını ister. Hz. Muhammed
(S.A.S.) bu isteğe uyar, yoluna devam
eder. Miraç'ta Allah’la 90 bin kelam konuşur. Bunun 30 bini “sırr-ı hakikat” olup
Hz. Ali’de kalmıştır. Allah’la görüştükten sonra şehre dönen Hz. Muhammed
(S.A.S.) yolda bir dergâha rastlar. Peygamber olduğunu söyleyerek içeri girmek
ister. Aldığı yanıt şöyledir:
“Peygamberliğini
ümmetine eyle. Bizim aramıza peygamber sığmaz."
Gaipten
gelen ses imdadına yetişmekte gecikmez. “Ben sizden biriyim. Bir insanım”
yanıtından sonra kapı açılır.
Hz.
Muhammed (S.A.S.) içeride 39 kişilik bir meclisle karşılaşır. 22’si erkek,
17’si kadındır. Tesadüfen, Hz. Ali’nin yanına oturur.
“Size
kimler denir” diye sorar, “Kırklar” yanıtını alır. Kırkıncı can Selman-ı Pak,
Pars’tadır.
Hz.
Muhammed (S.A.S.), "Birimiz kırkımız, kırkımız birimiz" diyen
meclisten bunu kanıtlamasını ister. Hz. Ali’nin kolu bıçakla çizildiğinde her
canın kolundan bir damla kan akar. Pencereden gelen ise Selman-ı Pak’ın
kanıdır. Sonra Hz. Ali kolunu bağlar, hepsinin kanaması durur. Selman-ı Pak,
Pars’tan dönüşünde bir üzüm tanesi getirir. Hz. Muhammed (S.A.S.) üzümü ezer;
çıkan demi içen Kırklar hep birlikte mest olur, “Ya Allah "deyip Semah
dönerler. Peygamber de onlara katılır. Hz. Muhammed (S.A.S.), Miraç’a çıkarken
aslana verdiği yüzüğü, Kırklar’ın piri olduğunu öğrendiği Ali’nin parmağında
görür ve onu bağrına basar."
CEM
AYİNİ
Yukarıdaki
"Kırklar Meclisi" söylencesi, Alevilikte dinsel ve sosyal
örgütlenmeye kaynak oluşturur. Miraç’tan geriye cem, dem ve semah miras
kalmıştır.
İbadetin
abecesi olan ayin-i cem, Alevilikte ve Bektaşilikte bazı farklılıklar taşır.
Alevilerin köylerine döndükleri kış aylarında toplumsal etkinlikler canlanır.
Geleneksel Alevi cemlerinin soğuk kış akşamlarında yoğunlaşması bu yüzdendir.
"Zakir"in bağlama eşliğinde Ali, Ehl-i Beyt, 12 İmamlar ve Kerbela
katliamı üzerine Hatayi, Fuzuli, Pir Sultan Abdal, Nesimi, Virani, Yemini,
Kaygusuz Abdal gibi ulu ozanlardan nefesler, duvazlar ve gülbenkler okuduğu
cemde, dede halkın sorunlarını da dinler, küskünler barıştırılır.
Cem
esnasında herkes yüz yüze bakacak şekilde oturur. “Halka namazı" adı
verilen tek veya iki rekat namaz kılınır, kadınlı erkekli semah dönülür. “Oniki
hizmet” denilen hizmetler yerine getirilir. Kurban kesilir, lokmalar dağıtılır.
Bu
dinsel törenler çeşitli vesilelerle yapılır ve sınıflanır: Görgü cemi, Musahip
ayini, Abdal Musa kurbanı, Kerbela ayini, koldan kopan erkanı, baş okutma
erkanı, ikrar cemi... Tarikata girmek isteyen talibin tek başına katıldığı
sonuncu cem türü tümüyle Bektaşiliğe özgüdür.
Abdal
Musa, Nevruz ve Hıdrellez için yapılan cemler, toplumu birleştirmeyi amaçlayan
ve şenlik havasında geçen törenlerdir. Musahip ayinleri ve görgü cemlerinin
aksine bütün Alevi toplumunun katılımına açıktır.
Ayin-i
cem’ler ve bu törenin yürümesini sağlayan “oniki hizmet", Anadolu
Aleviliği çatısı altında toplanan Trakya Bektaşileri, Tahtacılar, Çepniler,
Kürtler, Zazalar, Araplar vb. yerel ve etnik unsurlardan aldığı çeşitli
renklerle günümüze kadar ulaşmıştır.
---
Kerbela
Nedir: Irak’ın büyük şehirlerinden biri. Hazret-i Hüseyin’in şehit edildiği ve
türbesinin bulunduğu yer. Bağdat’ın 100 km güneybatısında bulunurkerbela
Kerbela
denince akla ilk defa hazret-i Ali’nin oğlu hazret-i Hüseyin’in şehit edilmesi
gelir. Abbasilerin son zamanlarında Kerbela, hurmalıklar içinde bulunan ve
suyunu Fırat’tan alan küçük bir şehir haline geldi. Osmanlı Sultanlarından
Kanuni Sultan Süleyman 1534/1535 (H.941) tarihinde sık sık tahribe uğrayan
hazret-i Hüseyin türbesi ile Necef’teki Ali türbesini ziyaret ederek,
Kerbela’daki Hüseyniyye adındaki bir kanalı tamir ettirdi ve rüzgarların kumlar
ile örttüğü sahaları yeniden bahçe haline getirtti.
ALEVİLİK’DE
ABDEST
Aleviler,
Maide Suresi 6. Ayeti’ndeki tariflemeye uygun ve bu buyruga göre zahiri abdest
alırlar. Bu temizlenmeye “dış abdest” denir. Bir de “iç abdest” vardirki;
Mürsid-Pir-Rehber nezaretinde manen alinan batini “gönül abdesti” vardıir.
ALEVİLİK’DE
NAMAZ VE NİIYAZ
Aleviler
güneşe göre; namaz, niyaz ve dua ibadetlerini ayarlamışlardır. Güneşin doğuşu
ve batışı ile öğlen ortalamasına göre üç öğün dua seremonileri vardır. Bu
dualardan sonra ise ve asa baslarlar. Gece yarısında yine bireysel dua
ibadetleri vardır. Sünniler de olduğu gibi 5 vakit, Şiilerlerdeki gibi 3 vakit
namaz ; Aleviler de yoktur. Alevilerde daha çok bireysel, Allah’ı anma ve dua
(salat) faaliyetleri vardır. Kur’an-ı Kerim’de namaza yönelik vakit ve sekil
kavramları belirtilmemiştir. Kur’an’da 80 küsur yerde “secde” ve 264 yerde
“dua” ibadeti faaliyeti geçmektedir ki, Aleviler de bu faaliyetleri “Niyaz”
olarak yapmaktadırlar.
Nisa
Suresi 103. Ayet’te : “Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin”
buyurulmaktadır. Aleviler bu buyruk doğrultusunda Cemlerde “niyaz” eda ederler.
Aleviler’de kıble insanın cemalidir, kıyam salavat ile ayağa dogrulmadır,
kıraat ise Kur’an sure ve ayetlerinin duvaz ve nefeslerle diz üstü gelinerek
saz eşliginde okunmasıdır. Rükû’ya varma, Secde’ye inme, Sücûd yere niyaz, alın
koyma, çapraz el bağlama, boyun bükme gibi vücud ritüellerini; Alevi Cem
ibadetinin her safhasında görmek mümkündür. Bu ibadet biçimine: “Halka Namazı”
denir. Ramazan ve Kurban bayram namazları, iki secde halinde yapılan Cem ile
eda edilir. Aleviler, Ayn-i Cem’de “Allah...Allah !” nidalarıyla yakarırlar ki;
bu davranış
biçimselliği,
Araf Suresi 55. Ayeti’ne dayanmaktadır. Bu Sure de söyle emredilmektedir:
“Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin...” Bu toplu tapınma ve
yakarmalar sonrası da; canlar duazlar ve deyişler çalınıp söylenirken “için
için” dua ederler ve huşu içinde sağa sola hafifçe salınırlar. Aleviler’de
toplu tapınma biçimi olan Cem ibadetleri dışında, bireysel olarak ta dua etme
faaliyetleri vardır. Bireysel dua faaliyetleri sabah gün doğumunda başlar ve
gün batımında sona erer ki; Hud Suresi 114. Ayeti gereğince yapılır. Ayrıca,
gecenin bir yarısında dua ve secde ibadetiyle, Allah’ı tesbih ve tevhid
faaliyeti vardır.
------
Aleviler
Cumhuriyeti Ve Laikliği Destekliyor
Ruşen
Çakır
Değişim
Sürecinde Alevi Hareketi
12.07.1995
Milliyet
Prof.
Nur Vergin, 1981'de Fransızca kaleme aldığı “Din ve Muhalif Olmak: Bir Halk
Dini Olarak Alevilik" başlıklı makalede, Alevilerin cumhuriyeti ve laiklik
ilkesini baştan itibaren desteklediğini hatırlattıktan sonra şöyle devam
ediyor: “Ne var ki, Cumhuriyet Devleti, Sünni İslam’ın topluma hâkim olduğu
Osmanlı devletinin tutumunu fiili hayatta yeniden üretmeye devam etmiştir.
Çünkü devletin denetimine giren din işlerinden kastedilen, gerçekte, toplumun
sadece ve sadece Sünni İslama dair meselelerini düzenlemektir. O halde, geçmiş
zamanda tıpkı Sünni olmayan bir mezhebe hukuki bir varlık statüsü tanımayan
Osmanlı devleti gibi, Kemalist devlette de Alevi toplulukları göz ardı
edilebilmektedir."
Alevilerin
çoğu Prof. Vergin’in tespitlerine katılıyor. Ancak Alevi hareketini
Atatürkçülükle bağdaştıran hatırı sayılır bir kesim, bu olumsuz tablonun
Atatürk’ün ölümünden sonra ortaya çıktığını iddia ediyor.
Alevilerin Devletten İstekleri
1)
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Sünni bir kurum olması,
2)
Mecburi din derslerinde yalnızca Sünniliğin anlatılması,
3)
Devletin resmi ideolojisinin Sünni-Türk sentezine dönüştürülüp laiklikten
uzaklaşılması.
Ancak
talep konusunda Aleviler farklı tutum izliyor.
1. Prof. İzzettin Doğan’ın başını çektiği
yaklaşım, Alevilerin de Diyanet’te özerk bir şekilde temsilini ve din
derslerinde Aleviliğin de anlatılmasını talep ediyor.
Sola
yakın olanlar "laiklik gereği” bu teşkilatın lağvedilmesini ve din
işlerinin cemaatlere bırakılmasını savunuyor. Okullardan din derslerinin
kaldırılmasını şart koşuyor.
DİYANETİN
GÖRÜŞÜ
Diyanet
İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, son dönemde Alevilerin yoğunlaşan
çıkışlarının teşkilatı huzursuz ettiğini söylüyor. Diyanet, kendini savunmak
için “Diyanet” dergisinin Ocak 1992 tarihli sayısında Aleviliği kapak dosyası
yaptı. Bu dosyada görüşülen çok sayıda "Alevi", devleti, Diyanet’i
övdü, Sünniler hakkında çok olumlu sözler etti. Bu dosya Prof. Ahmet Yaşar
Ocak'ın şu sözlerini hatırlatıyor:
“Şu
veya bu sebeple Sünniliğe yakınlaşmış veya Sünnileşmiş belli sayıdaki Aleviyi
öne çıkartarak günümüzde bazı çevrelerce seslendirilmek istenen Sünnileşmiş
Alevilik anlayışı, Aleviliğin tarihi ve aktüel çizgisini ve yapısını,
dolayısıyla asıl Alevi-Bektaşi toplumunu kesinlikle temsil etmez.”
Geçen
üç yıl içinde çok fazla şeyin değişmediğini Mehmet Nuri Yılmaz’la yaptığımız
röportajda anlıyoruz. Yılmaz, Alevilerin büyük çoğunluğunun namaz kıldığını Gaziantep
yöresini örnek göstererek öne sürüyor ve “Bu sene hacda çok sayıda Alevi
vatandaş da vardı” diyor.
Yılmaz,
ayrılıkları ise şu şekilde yorumluyor: “Aslında Ehl-i Beyt sevgisi bakımından
aramızda pek fark yok. Onlar bizi Emevi taraftarı olmakla itham ediyorlar. Hâlbuki Sünniliğin Emevilikle de bir ilgisi
yok. Biz onların içerisinden bir tek Ömer bin Abdülaziz’i severiz. Devlet de,
hocalarımız da Alevileri ihmal etmiş; camiye gelenler horlanmış. Artık böyle bir
mesele olmaması lazım. Alevi vatandaşlarımız şifahi kültürden kitabi kültüre
yönelirlerse bu meseleler o zaman kalkar. Alevi de ‘Ben Müslüman’ım’ dediğine
göre, Müslüman’ın kitabı Kuran-ı Kerim’dir. O kitap etrafında birleşirsek
aramızda mesele kalmaz. Osmanlı döneminde onlar itilmese, sürülmese, hor
görülmese, belki bu tür ihtilaflar olmazdı.”
Alevilerin
Diyanet’te temsilini, “Diyanet’te mezhepler temsil edilmiyor. Eskiden belki
vardı, ama şimdi mezhep taassubu yok. Müslümanları iman, ibadet, ahlak yönünden
aydınlatma görevi Diyanet’e verilmiş. Alevi de Müslüman olduğuna göre ona da
hizmet ediyoruz” gerekçesiyle imkânsız gören Yılmaz, zaten Aleviliği bir mezhep
olarak da görmüyor: “Alevi neyi temsil edecek? Cem evinde Cem ayini yapıyor.
Ben Aleviliği bir tarikat havası içinde görüyorum. Tarikatların Diyanet’te
temsili ise imkânsız.”
Yılmaz,
Diyanet’in lağvı önermesine ise şiddetle karşı çıkıyor. “Türkiye böyle bir şeyi
kaldıramaz. Buranın feshedilmesi halinde ülkenin hem Dini, hem Milli birliği
bozulur. Ama özerk bir yapıya kavuşturulmasını istiyoruz."
Son
olarak Yılmaz’a Cemevlerini soruyoruz. Yılmaz, şu karşılığı veriyor:
"Peygamber zamanından beri insanlar camide ibadet ediyor. Bir milyarı
aşkın insan aptal mı yani? Cemevi Caminin yerini tutmaz. Biz onların Cemevine
bir şey demiyoruz; bildiğim kadarıyla dergâh gibi bir yer.”
Ruşen
Çakır
----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder