KİMDİR: Afşin'in kadın Ozanı Dirgen Hatça'nın eşi, Ozan
Dirgen
İsa Binboğa'nın babası ve ozan Mehmet
Binboğa'nın dedesidir.
Bu
yazının oluşumuda, Araştırmacı Yazar SIDDIK DEMİR’İN “DİRGEN ALİ” ismli
kitabından kısmen yararlanılmıştır.
DOĞUMU:
1878 Yılında Afşin’de doğdu.
YAŞADIĞI
DÖNEM: Osmanlı’nın son yılları
ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşadı
ve Birinci Dünya Savaşını, Kurtuluş Savaşını gördü.
KAHRAMAN:
Eşi Ozan Hatça’nın Dirgen Ali için yazdığı ağıtlar AVŞAR oymakları ve başta
Aşık Mahzun-i Şerif’in (*) olmak üzere türkülerine konu oldu, videolar
yayınlandı. Böylece Dirgen Ali destanlaştı, kahramanlık öyküsü genç nesle
ulaştı.
Dirgen
Ali, her zaman ezilenden yana olan, mazluma sahip çıkan yiğit bir kişidir.
SOYU:
Norşun köyüne yerleşen Fakı (Dirgen Ali’nin babası) bekârdır. Fakı köyün
imamıdır. Fakı ile köylü arasında ilişki oldukça iyidir. Köylü Fakı’yı köyden
bir kızla evlendirirler. Bu evlilikten Durdu adlı çocukları dünyaya gelir. Bir
müddet sonra, köyde Fakı’nın eşi hakkında “namusa yönelik” dedikodular başlar.
Fakı, bir gün evde başka bir erkekle yakaladığı eşini öldürür, adamı da
yaralar. Elbistan Kadısı tarafından yargılanan Fakı, beraat eder. Fakı
Elbistan’da arkadaşı terzi Muhammed Hafız’a başından geçenleri anlatır ve
evlenmek istediğini söyler. Muhammed Hafız’ın 3 bekâr kızı vardır. Hafız,
kızlarına Fakı’dan bahseder, evlenmek isteyip istemediklerine dair rızalarını
sorar. Hafız’ın küçük kızı Eşe: “Her insanın başına iş gelir. Baba izin
verirsen, namusuna düşkün olan bu adamla evlenmek isterim” der. Fakı, Hafız’ın
küçük kızı Eşe ile evlenir ve Norşun’a
getirir. Eşe, köyün ebesidir, köydeki çocukların çoğunu o doğurtmuştur. Bu
yüzden Eşe köyde sevilen bir kadındır. Bir süre sonra, terzi hafız ölür. Fakı,
Hafız’ın kızlarına ve oğullarına sahip çıkar, yanına alır, Norşun’a getirir.
Fakı
- Eşe evliliğinden 4’ü erkek, 1’i kız olmak üzere 5 çocuğu dünyaya gelir.
Fakı’nın
ilk evliliğinde başından geçen olay nedeniyle, hasımları Onu Hunu değirmeninde
öldürür. Fakı öldüğünde Ali henüz 6 aylık bebektir. Fakı’nın katili Hatay-Payas
Cezaevinde yatmaktadır. Fakı’nın eşi Eşe, para ile Onu cezaevinde öldürtür.
ALİ:
Ali, zayıf bünyeli ama gözü kara bir gençtir. Arkadaşları Ona “Dirgen” derler.
Dirgen Ali, 18 -20 yaşına geldiğinde anası onu Hunu ağasının kızı Emine ile
evlendirir. Bu evlikten Abbas ve Hayriye adlı çocukları dünyaya gelir.
GÖÇLER
KARŞILAŞTI: Bir yaz, Yağlıca’da Çağsak Köyü Ağası Hasan ile Dirgen Ali’nin
ailesinin göçü karşılaşır. İki göç aynı anda pınarlara yönelince ortalık
karışır. Ali’nin ağabeyi Halil sopa darbesi ile yıkılır. Bu esnada Dirgen Ali,
Hasan Ağanın ahraz oğlunu öldürür. Ali, kaçarak Kerevin Köyüne Hamit Ağa’ya
sığınır. Kerevin, dağlık, Sivas sınırında bir köydür. Hamit Ağanın, Hacce (**)
adında 17 yaşında bir gelini vardır. Hacce, Maravuz Köyünde Kalenderlerdendir.
Hacce ağabeylerinin densizliği nedeniyle, kan karşılığı olarak Hamit Ağanın
oğluyla evlendirilmiştir. 17 yaşındaki Hatça, Ali’ye vurulur, âşık olur. Hatça,
Ali’nin de hoşuna gider ama Ali “nankörlük etme” diyerek nefsine hakim olmaya
çalışır. Sivas müfrezesi, Kerevin’de Ali’yi yakalar. Ali yakalandığında, Hatça; “Seni bekliyorum” der.
Ali,
Sivas Paşası, Reşit Akif Paşa’nın maiyetinde 2 yıl geçirir. İki yılın sonunda
tahliye olur.
Ali
tahliye olur olmaz, Kerevin’e Hamit Ağa’ya misafir gider. Gece, Hatça’yı alıp ovaya iner. Neticede,
Hamit Ağaya 150 koyun ve 50 büyükbaş hayvan verilerek sulh sağlanır.
Ali
ile Hatça’nın evliliğinden: Zülfiye,
Muhammed, Fakı, Dudu, Ayşe, Nazife, Aslan, Hasan ve İsa dünyaya gelir.
Ali, çevrede ünlenir. Ali’nin ününü duymayan
kalmaz. Maraş’tan Hacıbebeklerin Reisleri Hüseyin ve Hasan, Kadıoğlu Ahmet
Efendi Ali’nin dostlarıdır. Ali’den
habersiz bir iş yapılmaz olur. Bir gün, Hunu’dan, “Gök Omar’ın Hacı” adlı yaşı geçkin birisi
Ali’den habersiz evlenmeye kalkışır. Ali, buna çok kızar. Ali ile Hacı kavga
eder, ikisi de yaralanır. Hacı şikayetçi olmaz ise de, Ali tutuklanır.
Bölgedeki faili meçhul olaylar da Ali’ye yüklenir. O zamanlar idare merkezi
Hatay’dır. Hatay’dan Mürseloğlu Mustafa Paşa 50 kişilik müfreze göndererek
Ali’yi Hatay’a getirtir. Ali, Hatay’da Paşa’nın çocuklarına at biniciliği ve
atıcılık öğretir. Sonunda tahliye olan Ali Norşun’a döner.
---------
Konya
Medreselerinde okuyan Menzoğlu Ahnet’in ünü yaygındır. Ali de, bacısı Fatma’nın
oğlu Ali Haydar’ın Menzoğlu gibi medresede okumasını ister. Aile aralarındaki
müşavereden sonra Ali Haydar'ın öğrenim için Konya’ya gitmesine karar verilir.
Ali,
İncirli Köyü’ndeki çiftliği ile ilgilenir, kavgadan uzak durur. O dönemde
Binboğa Dağlarında eşkiyalar vardır. 5 jandarma katili Türkçayır’ı Köyünden
Gıcanoğlu Hasan ile Çağsak Köyü’nden Rasko adlı eşkiyalara karşı Ali jandarma
ile işbirliği yapar. Gıcanoğlu Hasan yakalanarak idam edilir. Rasko’yu da Ali
öldürür.
Bölgenin
asayişinden sorumlu Fındıklı Köyünden Yüzbaşı Aslan Bey, Ali’ye “kimseyle
uğraşma. Zeytin Ermenileri hazırlanıyor. Gücünü kendi dininden olan insanlara
karşı kullanma” der.
Dönem,
Tanzimat dönemidir.
Bir
müddet sonra Zeytin, Fınız, Fındacık, Yenicekale Ermenileri ayaklanır.
Ermeniler tehlike olmaya başlar. Ayaklanmayı Urfa’dan Albay Galip Bey,
bastırır. Ermeniler, güneye sürülür. Dirgen Ali, Fındıklı ve Çardak üzerinden
Zeytinli’ye ulaşır.
Ali’nin
yeğeni Ali Haydar, konuşmalarında Atatürk’ü ve arkadaşlarını sert dille
eleştirmektedir.
Ali,
dostlarını görmek için, Maravuz Köyünü ziyaret eder. Maravuz’da Demirci
Halil’in evinde, Haşim Ağa, kardeşi Fakı, Sarızlı Bakı Hoca, Menzoğlu Ahmet ile
görüşür. Menzoğlu’nun konuşmalarından oldukça etkilenir.
Menzoğlu şöyle konuşmaktadır;
“İnsanların
en büyüğü, en yüksek yerdeyken alçak gönüllü olanı, kudret sahibi iken
bağışlayan ve güçlü olduğu vakit adil davranandır.”
“Bülbüller
ötmeye başladığında, kargalar susar.”
“Bildiğini
bilmeyen uykudadır, uyandırın.”
“İnsanların
çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten de korkuyor. Kendisini sevilmeye
layık görmediği için, sevilmekten korkuyor. Sorumluluk gerektireceği için,
düşünmekten korkuyor. Eleştirmekten korktuğu için, duygularını ifade etmekten
korkuyor. Gençliğinin kıymetini bilmediği için, yaşlanmaktan korkuyor. Dünya’ya
bir şey veremediği için, unutulmaktan korkuyor.”
“İman
sahibi az konuşur, çok iş yapar. Münafık ise çok konuşur, az iş yapar.”
Menzioğlu’nun
konuşmalarından etkilenen Ali olanları eşi Hatça’ya anlatır ve: “Geç kaldık.
Millet bizi sürekli elinde kınından çıkmış kılıç varmış gibi görüyor” der.
*
Konunun
daha iyi anlaşılması için; Dirgen’in yaşamına rast gelen Çanakkale Savaşı ve
sonrasındaki sıkıntılı savaş yıllarından, özellikle de kendisini içinde bulduğu
Maraş Savunmasından özetle söz edelim.
*
BÜYÜK
YAZAR HALİDE NUSRET
ZORLUTUNA,
“BİR DEVRİN ROMANI”
ADLI
ESERİNDE İLGİNÇ KONULARA DEĞİNİYOR.
AÇ
TOPRAKLAR
“Çanakkale’nin
aydın Türk çocuklarını yutmakta olan aç toprakları, nasılsa bu aslan yapılı,
duygulu, kültürlü çocuğu yutmaya kıyamamıştır.
(
BÜYÜK YAZAR HALİDE NUSRET ZORLUTUNA,
"yutmaya kıyamamıştır." demekle, Çanakkale Savaşı sonrası İstanbul’da
nişanlandığı ancak memleketinin işgali ile Maraş’a dönen, yüz binlerce aslan
yapılı gençlerin yalnızca birinden yani nişanlısı Bayazıtoğlu Muharrem’den söz
ediyor.)
İNGİLİZLER
MARAŞ’I
NEDEN
TERKETTİLER
İngilizler,
Mondros anlaşması gereğince, bazı Anadolu illeri ile beraber Maraş’ı
Fransızlara bırakarak petrol bölgelerine doğru gittiler.
Fransızların
gelmesiyle beraber Ermenilerin davranışları dayanılmaz oldu. Çünkü, Fransızlar
ordusunda çok fazla Ermeni olduğundan, Fransızlar, Ermenilerin sözüne göre hareket ediyorlardı.
Sivas
ve Erzurum’dan tüzükler gizlice getirtilerek Maraş Mudafa i Hukuk Cemiyetinin
ilk Şubesi Kayabaşı Mahallesinde kuruldu. Kurucular arasında Mustafa Kuşçu’da
vardı. Cemiyetin Başkanlığına: Nafaa Müdürü, Abdullatif Bey, katipliğe ise:
Tapu Başkatibi Faik Bey getirildi.
MARAŞI
PAYLAŞTILAR: Çanakkale Savaşı sonrası İstanbul’da, Maraş’ın Fransızların payına
düştüğünü duyunca, sevgisini ve kadın şairlerin anası diye ünlenen sevdiği kızı İstanbul’da bırakarak Maraş’a
geldi. Bu kişi, Bayazıtoğlu Muharrem’di.
GUVARNÖR
KİMDİR: Fransızların Acemi ve uçarı
komutanı. Cebel-i Bereket (Osmaniye)
komutanı Andre, “Goueveneur ” sıfatıyla Maraş’a atanır.
Ermeniler
Andre’yi parlak bir törenle karşılar (26 Kasım 1919) önceden hazırladıkları
büyük bir Fransız bayrağını açarak “Yaşasın Fransa, Yaşasın Kilikya”
sloganlarıyla ortalığı yıkarlar. Ermeni kızları zafer şarkılar söylerken, yeni
yetme kopiller Türklere küfür yağdırırlar.
"MARAŞ
BİZE MEZAR OLMADAN DÜŞMANA GÜLZAR OLMAZ” Bu sözü söyleyen, Sıdık Demir’in
romanına göre Sütçü İmam’dır. Ben (akn) araştırmalarımda, bu anlam yüklü ve
Maraş Savaşının, dolayısıyla Türkiye Savaşının başlamasına ve KURTULUŞA neden
olan bu sözün Aşıklıoğlu Hüseyin’e ait
olduğunu saptadım.
SESSİZLİK
/ GERGİNLİK: Guvernör ve adamları rahiplerin söylediği marşlarla Maraş’a
girerler. Jandarma Bölük Komutanı Mahmut Bey, Andre (GUVARNÖR) ile
tercümanından başkasını hükümet binasına almaz.
Guvernör
Andre, Mutasarrıf Ata Bey’le bir müddet görüşür. Guvarnör ilk olarak kaleden
Türk Bayrağını indirtmeye kalkar. Ancak Ata Bey, geri adım atmaz. Komutan eli boş döner.
Fıransız
komutan için bu büyük bir yenilgidir. Yenilgiyi içine atamayan Andre, Kentin
ileri gelenlerini, Kadir Paşa Konağına çağırır. Maraşlılar Boğazkesen Camii’nde
toplanır ve bu davete icabet etmeme kararı alırlar. Guvernör buna hırslanır.
Tehditvari hareket eder ve toplantının, cumartesi günü Belediye binasında
yapılmasını emreder. Bağırır çağırır.
Fransız
Komutan Guvernör Andre Kenti denetlerken Nakıp Camii yakınlarında Aşıklıoğlu
Hüseyin’in adındaki gençle karşılaşır.
Komutan
ile Aşıklıoğlu Hüseyin’in arasında özetle şu konuşma geçer:
Guvernör
Andre
"-Bir
bez parçasından başka bir şey olmayan bayrak
için dün bu kadar gürültü yaptınız. İstesem hepinizi yok edebilirdim,
yapmadım. Yarın top tüfek kullanacak olursam ne yaparsınız? Çoluk çocuğunuza
acımıyor musunuz?"
Aşıklıoğlu
Hüseyin
"-Ben
anamdan doğdum, kalede bayrağımı gördüm. Ölünceye kadar da göreceğim. Biz bütün
Türkler böyleyiz. Onu görmemek için ya kör olmak ya da ölmek lazım. Kör
değilim. O halde onu görmezsem öldüm demektir. Hem bilir misiniz, bayrak için
ölmek bizde şehit olmaktır ve en büyük şereftir. Yalnız ben değil, küçük-büyük,
kadın-erkek bütün Maraşlı, her cuma sabahı uyanınca ilk önce kaleye bakar,
bayrağımızı görürüz. Yaşadığımızı anlara ve Allah (CC)'a şükrederiz. Sen bizi
topla tüfekle susturacağını sanma. Bir gün senin silahlarınla karşılaşacak
olursak, biz çoluk çocuğumuza top tüfek sesi duyurmayız. Önce, evlerimizi,
sonra da şehri ateşe veririz Arkamızda bekleyenimiz, ağlayanımız kalmadıktan ve
şehir kül olduktan sonra da karşınıza
dikiliriz. O zaman istersen bütün dünyanın silahlarını getir, bizi
ölümle korkutamazsın.
Guvernör
Andre Aşıklıoğlu'na verecek cevap bulamadı, oradan çarşıya indi.
-------
MİLİTAN
KIZ / HELÂNA
Guvernör
Andre, Hırlakyan’ın torunu geleceğin Ermenistan Prensi Osep'in kızı (tarifi
imkansız derecede güzel bir kız) Helena’yı dansa davet eder. Militan kız; Maalesef mösyö, diye Guvernör Andre'yi geri
çevirir. reddeder.
--------
27
Aralık 1919 - Ermeni liderlerinden
Hırlakyan’ın evinde, yemekli toplantı düzenlenir. Yemekler yenir, kadehler kalkar. Şarkılar
söylenir, şehvet verici kahkahalar Andre’ ve adamlarını mest eder. GUVARNÖR’ün işaretiyle balo başlar. GUVARNÖR,
ortaya çıkar. Müziğin susmasını işaret eder. Orkestra susar. Önce,
Ermenileri öven bir konuşma yapar. Sonra, herkese iyi eğlenceler diler ve Agop
Hırlakyan’ın torunu geleceğin Ermenistan Prensi Osep'in tarifi imkansız derecede güzel olan kızı Helena'yı dansa davet eder.
Militan
kız; "Maalesef mösyö, sizinle dans
edemeyeceğim için üzgünüm, zira kendimi hâlâ esir ve aşağılanmış görüyorum.
Kalesinde Türk Bayrağı dalgalanan bir memlekette Fransızların hâkim olduğunu,
bizim özgür bir biçimde yaşadığımızı kim iddia edebilir", der.
Baş
döndürecek kadar güzel bir kız olan Helena tarafından reddedilmek Andre’yi
düşündürür. Aşağılanmış olduğu düşüncesi içinde yer eder. Guvernör, haykırır;
“O bayrak indirilsin!” diye bağırmaya başlar. Askerler kaleye koşarken,
güzelliğinin tarifi imkânsız Helena kendini Andre’nin kollarına atar. Orkestra
çılgınca çalar, içkiler su gibi. Herkes dansta.
KARA
GÜN /AK GÜN
28
Kasım 1919 Cuma sabahı Maraşlının en kara sabahı olur. Kale burcunda bayrağını
göremeyen Maraşlılar adeta yıkılırlar. Kısakürek ailesinden Avukat Mehmet Ali
Bey (büyük yazar), kalenin karşısındaki evinde hasta yatmaktadır. Her gün
dalgalanan bayrağı göremeyince kaleme uzanır, yazdığı beyannameyi kopya ederek,
Ulucami, Çarşıbaşı Camii, Sarayaltı Camii ve Arasa Camii’nin görülebilecek
yerlerine asarlar. Cuma namazına gelenler çok heyecanlanırlar.
-------
CUMA
VE ÖZGÜRLÜK
Ulu
Camideki Tarihi Konuşma
O
gün, Ulucami her zamankinden daha
kalabalıktır.
Ezan
vaktidir.
Sünnetler
kılınır.
Rıdvan
Hoca düşünceli,
minbere
çıkar,
“Benden
hutbe okumamı beklemeyin” der, “özgür olmayan bir millet Cuma Namazı kılamaz!”
Herkes
tedirgin.
Şerbetçioğlu
Mehmet “Sancağı çıkarın” diye bağırır. Halk, minberdeki sancağı kaptığı gibi
dışarı çıkar, yönleri kaleye
doğrudur. Tekbir sesleri
daha önce ulaşır kaleye. Fransız
askeri, silahlı bir çatışmayı göze alamaz, arka kapıdan kaçarlar. Zalhocaoğlu
Osman bir kenara atılan Türk Bayrağını hürmetle öpüp başına koyar
“Allahuekber!” diyerek yerine asar. Birkaç el silah atarak bayrağı selamlar ve
dönüp namazlarını kılarlar.
KONAKTAKİ
TOPLANTI: Çanakkale’den hızını alamadan
dönen genç subayın (Bayazıtoğlu Muharrem), resmi elbisesiyle amcası A. Kadir
Paşa’nın Konağındaki toplantılara katıldığını bilmekteyiz.(Memleketinin işgali
nedeniyle Maraş ve Afşin, Elbistan, Göksün vs..nüfusuna kayıtlı daha nice genç
savaşçıların bu toplantılara katıldığı
bilinmektedir.)
Bayazıtoğlu
Muharrem, amcasının oğlu Zafer’le birlikte Bertiz’e gönderildi. Görevi:
Bertiz’de çete oluşturmaktı.
ÖRGÜT
Halkları
bilinçlendirmek, onlardan çeteler oluşturmakla iş bitmiyor. Yedirmek-içirmek,
barındırmak, silahlandırmak, savaşmaya hazır hale getirerek örgütlemek… Vs. o
günkü şartlar altında hiç te kolay değildi.
Bayazıtoğlu
Muharrem ve Bayazıtoğlu
Zafer)
Bertiz’e gönderildi. Bertiz çetelerinden oluşan 400 kişilik bir gönüllü ordu
oluşturdular.
Peki,
bu iki genci Bertiz’e gönderen ve finanse eden, KİMDİ? diye sorulsa,
"Maraş
- Fransız Savaşı süresince, her gün Konağında iki bin beş yüz kişiye yemek
veren A. Kadir Paşa idi.” Deriz.
Bayazıtoğlu
Muharrem ve Zafer'in örgütlendirdiği Bertiz Birliği, Bababurun'dan sonra Maraş
Savaşı başlar başlamaz, Maraş’ın kuzey ve kuzey batısındaki noktaları tutacak,
Afşin, Elbistan ve Göksun yollarını
kapatacak, haberleşmeyi temin edecek ve elden geldiği kadar Kolej ve Kışladaki
düşman kuvvetlerini taciz ederek, düşmanın dikkatini kuzeye çekecek ve şehir
üzerindeki baskıyı hafifletecekti.
Maraş’ta
İttihat ve Terakki Partisi ile İtilaf ve Hürriyet Partisi arasında çekişmeler alabildiğine
sürüyordu. 31 Ekim 1919’da Sütçü İmam
olayı olmuş, ilk kurşunu atan Sütçü İmam,
(Fransız-Ermeni askerlerince arandığından) aynı gün Bertiz’in Ağabeyli
köyündeki Bayazıtoğlu Muharrem’in yanına gitmişti.
Bertiz
Çetesi, Fransız Birliklerini Bababurun’da karşılayarak (olay, Sütçü İmam
Olayından 112 gün önce) onları bozguna uğrattılar.
ANTEP’E
YARDIM: Bir çok kahraman Maraş’ın Kurtuluşundan sonra çeteleriyle birlikte
Antep Savunmasına katıldı.
Öğrenimini bırakarak;
1. İlkin Çanakkale Savaşına,
2. Sonra Maraş Harbine,
3. Ve daha sonra da Antep Harbine,
4. En sonunda da Sakarya Meydan
Savaşına koşan binlerce gençlerden biri olan Bayazıtoğlu Muharrem için
Şairlerin anası şu tespitte bulunuyor:
“Bu
genç adam, kızları istasyonda görüp, onlara bir bakışta vurulan takımdan
değildi. Benim yazılarımı, talebe yarışmasına girip, birinciliği kazandığı
günden beri okuyordu. – Halide Nusret Z. ”
KAHRAMAN
SAVAŞÇILAR
Çoğu
zaman geçmişle, geçmişte yapılanlarla övünürüz.
“O
gitti. Memleketine gitti. Bir daha kendisini göremedim. Yalnız memleketinin
Kurtuluş Savaşında
(Maraş’ın
Kurtuluş Savaşı) büyük yararlıklar, olağanüstü kahramanlıklar gösterdiğini
haber aldım. Hiç te hakkım olmadığı
halde, gizli gizli onunla iftihar ettim. (H. E. Zorlutuna’nın annesi, Muharrem
Maraş Harbine gidince nişan yüzüğünü postalamıştı. Halide, Muharrem’i sevdiği
halde karşı koyamamıştı. Bundan dolayı hakkının olmadığını vurguluyor.)
Evet,
onunla iftihar etmek elbette hakkım değildi. Çünkü O, İstanbul’dan ayrılır
ayrılmaz annem, çok sevdiğim pırıl pırıl alyanslarımı parmağımdan çıkarmış,
nişan sepetinde gelen öteki hediyelerle birlikte “M.”in ailesine geri
göndermiş, beni onlara vermeyeceğini – amcamın aracılığı ile – kesin olarak
bildirmişti.
Kahraman
“M” (Maraş) Vilayetinin Kahraman Savaşçısı
“M” (Muharrem), o, büyük işleri yaptığı zaman benim nişanlım değildi ki,
ama… Belki de hala beni seviyordu. — Bir Devrin Romanı- Halide Nusret Zorlutuna.”
---------
BAYAZITOĞLU
MUHARREM
VE ZAFER
Maraş
Harbinde Fransızlara karşı ilk silahlı Mücadele Bababurun’da:
1. Bayazıtoğlu Muharrem,
2. Bayazıtoğlu Zafer,
3. Hacı Yasinoğlu,
4. Muallim Hayrullah’la başlar.
BABABURUN
NERDE
Bababurun;
Maraş Merkez ilçeye yaklaşık otuz, Antep’in Nurdağı ilçesine on, Türkoğlu
ilçesine bağlı Beyoğlu Beldesi sınırları içerisinde, Devlet Üretme Çiftliğinin
hemen karşısında, eskiden bataklık olup geçilmesi çok güç olan doğal bir
müstahkem mevki durumunda idi. Adana İskenderun, Antep ve havalisini işgal eden
Fransızların askeri güç ve ağırlıklarının iç Anadolu’ya sevk edileceği tek
geçit ve güzergahtı.
5
Ocakta Ceceli köyünü yakıp yıkan Fransız-Ermeni Kuvvetleri, Maraş’a
giremediklerinden yeniden Antep’e döndüler. Fransızların devamlı takviye
salması üzerine yolu kapamak gerekince o bölgede bulunan Bayazıtoğlu Muharrem
ve amcası oğlu Zafer ile Muallim Hayrullah’a Türkoğlu - Maraş yolunun kapatılması emri verilir.
Dehlizde bulunan Yakup Hamdi Müfrezesi, Atmalı Aşiret Kuvvetleri ile birlikte
Bababurun’a kaydırılır. Bu hazırlıklar yapılırken, Fransızların bir taburunun
İslâhiye’den gelmekte olduğu görülür. Derhal Bayazıtoğlu Muharrem ve Zafer
komutasındaki Milli Kuvvetler taarruza geçerler. Fakat Fransızlar Türkoğlu’na
girdiklerinden pek bir başarı sağlayamazlar.
Ceceli’deki
Muallim Hayrullah, Fransız öncüleri ile
çatışmaya başlar. Makineli tüfek atışları Türk kuvvetlerini çok zor duruma
soktuğundan müfrezenin maneviyatını düzeltmek için yüksek bir kaya üzerine çıkan
Muallim Hayrullah, sağ kasığından yaralanır. Bunun üzerine Milli Kuvvetler geri
çekilirler. Ama… Bayazıtoğlu Muharrem ve
Zafer düşmanı kuşatarak çaresiz bırakırlar.
İnsan
böylesine ünlü bir savaşçının sonunu düşünmeden edemiyor. Yaşanan bu aşk hikâyesini,
kadın ozanların ve yazarların anasının romanlaştırarak adını: ‘Bir Devrin
Romanı’ olarak belirlediği bu hikâyenin
sonu nasıl bitiyor acaba, diyor.
Bayazıtoğlu
Muharrem’in Aşk hikâyesini (gerçek) Kadın Kahramanının ağzından dinleyelim:
“
… Bu ufacık gönül hikâyesinin sonu gerçekten acıdır. Ve ben, bu acı sonucu iki
çocuk annesi olduktan sonra öğrendim.
*
Yirmi
yıl ondan hiç haber alamamıştım. Yaşamımda bir bahar rüzgârı gibi gelip geçmiş
olan ‘M’(Muharrem)‘ i çoktan unutmuştum. Günün birinde okulda, öğle
istirahatında öğretmenler odasında otururken, bir öğretmen arkadaşım yanıma
geldi. Sıkılarak: Bir görevi yerine getirmek için sizi rahatsız etmeye mecburum
Halide Hanım, dedi.
Sonra
elindeki zarfı bana uzatarak sözünü sürdürdü:
Ben
bu görevi bir arkadaştan devr aldım. Kendisi sizi tanımıyor, gelmeye cesaret
edemedi.
Zarfın
içine baktım: Nişanlı bulunduğum sırada “M…” ye göndermiş olduğum çarşaflı ve
alyanslı bir fotoğrafla yıpranmış birkaç mektup.
Arkadaşım
bir yükten kurtulmak istercesine acele ediyordu.
“Bir
ölünün son arzusu bu.”
Diye
söze başladı ve çabuk çabuk konuyu özetleyip anlattı. Hiçbir titreme, hiçbir
kırgınlık anlatımı yoktu, ne sesinde ne kelimelerinde.
Fakat
ben trajedinin ortasına düşmüştüm, arkadaşımı, tırnaklarımı elime batırarak
dinliyor, gözyaşlarımı akıtmamak için çaba harcıyordum. Bana anlatılan şu idi:
“B”
(Bayazıtoğullarından) ‘M’ bey, Kurtuluş savaşında başına saplanmış olan kurşun
yüzünden tam 18 yıl Bakırköy Akıl Hastanesinde yattıktan sonra, bir ay önce –
düşününüz bir ay önce - ölmüş.
Bu
zarfı benim meslektaşıma aktaran vefalı dost, 18 yıl boyunca onu her zaman
ziyaret etmiş. ‘M’ (Muharrem) ona ve (ziyaretine gelen) başkalarına hep beni
sorarmış. Bir de parmağında yüzüklü bir hanım görünce, mutlaka yüzüğünü çıkarttırır,
içini okutturur, sonra ümitsizce geri verirmiş.
İşte
hepsi, hepsi bu kadar. – BİR DEVRİN ROMANI -
Halide Nusret Zorlutuna.”
------
Bu
kitabı (BİR DEVRİN ROMANI) bulmalı, okumalıydım. Hatta satır aralarındaki
sırları bile çözmeliydim. İstanbul’da yaşayan oğlum Faruk’a durumu anlattım.
İstanbul’daki kitapçılarda kitabın mevcudu bulunamadı. Maraş’lı kitapçı
arkadaşım Mustafa M. İnternetteki araştırmaları sonucu kitabı, Sivas’ın bir İlçesinde buldu.
-----------
İşgal
Komutanı Guvernör Andre Nakip Camii Önünde Aşıklıoğlu'yla Tartıştıktan Sonra
Çarşıya İner.
Çarşıda
karşılaştığı bir köylüyü durdurarak :
"-Hükümetiniz
bizden ödünç para almıştı. Geri vermedi. Biz de buraları istedik. Paramızı
çıkarıncaya kadar kalacağız. Hükümetiniz razı oldu." dedi.
Köylü:
"Sizin
bu alış verişiniz doğru değildir. Hükümet kimin malını satıyor? Kimin malını
rehin veriyor? Buralar bizimdir. Biz kimseye vekalet vermedik. Sen git paranı
hükümetten al. Biz malımıza sahibiz." diye cevap verdi.
Guvernör
Andre şehri daha fazla gezmeye gerek görmeyerek karargahına döndü.
29
Kasım 1919 Cumartesi günü Guvernör Andre tarafından bir toplantı yapılacağı
daha önce kararlaştırılmıştı. Bu toplantıya şehrin ileri gelenleri, ilim
adamları , daire müdürleri, hakimler, komiser ve jandarma komutanı katıldı.
Guvernör şu konuşmayı yaptı :
"-Ben memleketin tımarına, ahalinin
refah ve mutluluğuna çalışıp hakkınızda lütufla muamele edecektim. Dünkü gün
kuvve-i işgaliyem aleyhine kıyamda bulundunuz. Ben isteseydim, bayrak için
kaleye hücum eden ahaliyi makineli tüfek ateşine tuttururdum. Binlerce adam
ölür ve yaralanırdı."
Önce sağ, daha sonra sol kolunu kaldırarak:
"-Şu kolum kuvvettir, şu kolumda lütuf,
hangisine sarılmak istiyorsunuz? Yani amacınız harp yapmak mı, yoksa af ve
lütuf dilemek midir? Söyleyiniz." diye ekledi.
Orada
bulunan Şeyh Ali Sezai Efendi tercümana dönerek
"İyice
dinle ve tamam söyle"
diye
söze başladı.
"-Dört
yüz küsur sene evvel Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa Devleti ve Milleti
hakkındaki iyi niyet ve himayeleri tarihi bir hakikattir. Devletler arasında
adil, medeni ve dost olarak tanıdığımız Fransızların dili de Osmanlı
okullarında okutulmaktadır. Sizden evvel İngilizler buradayken kumandanları
hükumetimizin işlerine karışmamıştı, dini ve millî sembolümüz olan sancağımıza
el uzatmamıştı. Fransız işgal kuvvetlerinin tarafsız hareket edeceğine, hükumet
işlerine karışmayacağına dair yayınlanan beyannamenin aksine hareket
edildiğinden Ermeniler Türklere karşı hunharca cinayetlere başlamışlardır.
Dünkü gün de sancağımıza tecavüz edilmesi, halkın heyecan ve galeyanını
doğurmuştur." dedi.
----------
DİRGEN
ALİ
ROMANINDAN
Maraş
Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti kurulur. Cemiyetin Başkanlığına Binbaşı Aslan
Bey getirilir.
Cemiyet
tarafından alınan kararlar üzerine; Elbistan Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı
Muhtar Bey ve Nakibzade Mehmet Ağa emrinde 300 kişi Maraş’ın batısına Cancık’a
mevzilenir. 2. kol Elbistanlı Eczacı Ömer Lütfi (Köker) başkanlığında Maraş’ın
kuzeyine mevzilenir. Dirgen yaşlandığı için, oğlu İnce Fakı ile 25 silahlı gönüllüyü
gönderir. İnce Fakı komutasındaki grup, Eczacı Ömer Lütfi (Köker)’ye katılır.
(Konu dikkatimi çekiyor. Torunu Mehmet Binboğa’ya soruyorum: Hayır diyor torun, dedem en verimli çağında o
yıllar. Milli Mücadeleci olarak bildiğimiz dedem Maraş Savaşında nasıl devre
dışı edilir: Biline ki, Sıddık Demir’i
suçlamıyorum. Ona anlatanlar suçlu. Ama onun da araştırması gerekirdi. Dedem
Maraş’ın Harbine kendisi katılmıştır. Hem de savaş için donanımlı adamlarıyla.)
Maraş’ın
Kurtuluşunun kahramanlarından Şeyh Ali Sezai’nin tekkesi de kapatılmıştır.
Bu
arada Mustafa Kemal’e İzmir Suikasti girişiminde bulunulmuş, yakalananlar
Dirgen Ali’nin yeğeni Ali Haydar’ın adından da söz etmişlerdir. Ali
Haydar, Halep’e kaçar.
Menzioğlu
Ahmet’ten etkilenen Ali, “çok geç, keşke daha önce tanısaydım Menzioğlu’nu,
başka Dirgen Ali olurdum” demektedir.
Aradan
10 yıl geçer. Ancak su uyur, düşman uyumazmış. Bir gün Ali’nin oğlu (1. Eşinden
doğma Abbas) yunak için suyla uğraştığı esnada, hasımları yeğeni Hafızın
oğlu’nu yaralarlar. Dirgenler, kısasa kısas kararı alırlar. Ertesi gün çıkan
kavgada, karşı taraftan 3 kişi ölür.
Dirgen
dahil, 9 kişi Elbistan'a oradan da Antep
Cezaevine gönderilir. Cezaevinde ağalık düzeni vardır. Gelenlere zenginse
kahve, fakirse çay ikram edilmekte, haraç alınmaktadır. Koğuştakiler, 9 kişinin
birden gelmesi ile ürkmüşlerdir. Koğuş ağası, “gelenler kementli mi, kendirli
mi” diye sorar ve kahve ikram eder. Dirgen Ali, tepsiye 9 gümüş bırakır.
Cezaevinde
yatan Dirgen Ali,bir mektubunda hanımı Hatça'ya şöyle seslenir:
Dikenli’den
vardı yeni mi geldi?
Gönlümüz
rüyada oraya vardı.
Yörü
bre dağlar düşmana kaldı,
Alnıma
yazıldı bu kara yazı.
Mor
koyunum bel önüne geldi mi?
Tosunları
el eline kaldı mı?
Mapus
yatmayınan adam öldü mü?
Alnıma
yazıld bu kara yazı.
Bir
dene koymayın satın malımı,
Mahkemede
kısık etmen dilimi,
Düşman
korkmaz görmeyince ölümü,
Alnıma
yazıldı bu kara yazı.
Küfaylanım
ince yerin deşinsin,
Kızlarım
da tüfek alsın taşınsın,
İnce
Fakı’m sen hepinin başısın,
Alnıma
yazıldı bu kara yazı.
Yazdığımı
cemaate gösterin,
Hacca
karşılığını senden isteri,
Kilis’
de dokuz aslan beslerim,
Alnıma
yazıldı bu kara yazı.
Dirgen
Ali, hapishanede haraç işini kaldırır. Oğlu Abbas ile yeğenleri İsmail ve Yemliha suçu üzerlerine alırlar. 16
ay sonra, Dirgen Ali dahil 6 kişi tahliye edilirken, Abbas, İsmail ve Yemliha
mahkum olurlar. Dirgen Ali, koğuş ağasını, çocuklarına sahip çıkması konusunda
uyarır.
Dirgen
ve çocukları köye dönerler. Hatça kadın 6 kurban kestirir.
Bu
esnada, Ali Haydar Halep’ten Konya’ya dönmüştür.
Aradan
geçen zaman içinde, Yemliha Cezaevinde hastalanır ve ölür. Cesedi, Antep
garipler mezarlığına gömülür.
Yemliha’nın
öldüğü köyde duyulur. Bu esnada Ali Haydar’da eşi ve çocuklarıyla beraber köye
gelir. Yeğeni Yemliha’nın ölümüne içerleyen Ali Haydar, bundan Dirgen Ali’yi
sorumlu tutmaktadır. Ali Haydar, köylüyü Dirgen Ali’ye karşı gizliden gizliye
kışkırtmaya başlar.
Bostanbeli’nde
av’da iken, ovadan birisinin olup bitenleri Dirgen Ali’ye anlatmasına rağmen;
Dirgen Ali, yeğeni Ali Haydar’ın nankörlük yapmayacağına inanmaktadır.
ÖLÜMÜ:
Sene, 1940.
Yer:
Afşin İlçesi, Bostanbeli mevkii.
Köylü,
Bostanbeli üzerinde hak iddia etmektedir. Ertesi gün Köylü ile görüşmeye
Bostanbeli’ne Dirgen Ali ile oğulları İnce Fakı ve Aslan giderler. Her birinde
50’şer mermi vardır. Ancak civarda pusu kurup mevzilenen 100 - 150 kişi vardır.
Aniden bir el silah sesi duyulur. Bu patlama üzerine, mevzilenenler Dirgen Ali
ve oğullarına ateş açmaya başlarlar. Çıkan çatışmada, Dirgen Ali 16 kurşunla
ölür. Karşı taraftan da 4 kişi ölür.
Dirgen
Ali, eşi Hatça’nın köyü Maravuz’a gömülür.
İnce
Fakı suçu üzerine alır, Aslan serbest kalır. İnce Fakı, nefs-i müdafaadan 3,5
yıl yatar.
Cezaevinden
çıkan İnce Fakı, Tikenli, Bostanbeli ve Yağlıca meralarını adil bir şekilde
köylüye dağıtır. Babasının mirasını da, kardeşleri arasında pay eder.
24 sene sonra, Dirgen Ali’nin kemikleri
Maravuz’dan getirtilerek Norşun’da tarlasının başına gömülür.
----------
AÇIKLAMA
1.
Sıdık Demir’in Dirgen Ali adlı romanından,
2. Konunun daha net anlaşılması için 13 sayfalık
bölüm, aşağıda bağlantısını verdiğim bologerden yararlanılmıştır.
http://kahramanmaraslisairleryazarlar.blogspot.com.tr/
----------
RİVAYET:
Dirgen Ali oğulları ile birlikte Antep’in Kilis kazasında hapis olurlar. Hakim,
tanık yetersizliği nedeniyle, Dirgen Ali’yi ve bazı oğullarını serbest bırakır.
Üç oğlu hapiste kalır. Son mahkemede Ozan Haçça hâkime: “Benim diğer
çocuklarımı da serbest bırakın,” der.
Hâkim: “Kocanı ve altı oğlunu bıraktık işte daha ne
istersin,” der.
“Hangisinin
suçlu olduğunu sanıyorsun hâkim bey?”
“Bunlardan
biri muhakkak.”
“Ya
suçlu olanları bıraktı isen… Ne hakla,
suçu kanıtlanmayanları içerde tutarsın.
Hepsini geri dama sok ya da hepsini bırak.”
Hâkim
düşünür. Haçça kadın haklı. Neticede
hepsini serbest bırakır.
• Köylüler birleşmiş karşı tarafla
barıştırmak istemişlerdir. Dirgen Ali’yi, bu barışma merasiminde düşmanları
vurup öldür.
----------
Dirgen
Ali, Osman Usta Olayı
İlginç,
hatta eşine ender rastlanan yapı ustası kaçırma olayı K. Maraş ili Afşin
ilçesine bağlı Lorşun köyü ile o tarihte bağlı olduğu Elbistan ilçesi arasında
yaşanır.
1870'de
Elbistan Köprübaşı mahallesinde dünyaya gelen, 1943'te vefat eden, soyadı
döneminde Tamer soyadını alan Durmuş Haliloğlu Osman usta, merak sardığı yapı
sanatında kısa zamanda üne kavuşur.
Ceyhan
Nehri, Köprübaşı Köprüsü güneyi, un, bulgur ve dövme değirmenlerinin de doğu
karşısına inşa ettiği iki katlı Gazipaşa ilkokulu başta, birçok köprüler, evler,
konaklar, hatta eski hükümet konağının yapılmasında emeği geçen, daha önceleri
meydana gelen depremde yıkılan Ulu Camii minaresini tamir eden, yaptığı işlerin
sağlam ve görkemliliğindendir ki belediye fen bilirkişisi seçilen Osman usta;
ev, konak yaptırmak bir şans meselesi durumuna gelir. Kısaca aranan adam. Yapı
yaptırmak isteyenler sırada.
O
zaman Afşin nahiye. Lorşun Elbistan'a bağlı köy. Bu köyde; “Dirgen Ali” adında
bir kişi ünlenir. Sofrası açık. Tam bir ekmek sahibi. Bu konuda bir anısını Yenice'li
Hacı Kemal emmi namıyla anılan Mustafa Kemal YÜCEL'den ; “SÜLLA namıyla anılan
Süleyman YÜCEL'in babası” bizzat dinlemiştim:
“…Dirgen
Ali ile Elbistan'da hapis yatıyorduk. Koğuşların mevcudunu bir gün topladı.
Şöyle öğütte bulundu; “Yavrularım, yavrularım, eğer düşmanı vurma ile, kırma
ile bitirsem ben bitirirdim. Bir mağara da (7) yedisini vurdum. Vurdukça
çoğaldı, vurdukça çoğaldı. Daha sonra düşman tüketmenin bir çaresini buldum :
Düşmanın yemediğini yemeye başladım, giymediğini giymeye başladım, binmediğine
binmeye başladım. Bir baktım ki ; düşman tükendi, herkes benimle dost oldu.
Sizler de bu durumumdan ibret alıp ona göre çok çalışınız dedi. Diye bana bir
anısını anlattı.”
İşte
Dirgen Ali böyle hiddet ve şiddetiyle tanınan biri. Bu kişi bir konak
yaptıracaktır. Bunu da ancak Osman usta yapar. Fakat müşterisi çok, sıra
gelmesi zor. “Ne yapalım? Ne yapalım?” Meşvereti” (Müzakeresi) yaparlar. Gizli
bir istihbaratçıya karar verilir. Elbistan'ı iyi bilen görevli araştırmaya
başlar. Nerde oturuyor?, nerden gelip, nerden gidiyor? v.s.. Araştırmacı
raporunu verir. Osman ustanın sabah namazına gidiş saati tam uygun bir saat.
Dört silahlı görevlendirir. Bir de yedek at. Sabah namazına gitmek için kapıyı
açan Osman ustayı, derhal yakalayıp; “Sesini çıkartırsan öldürürüz” derler.
Nereye, ne için gittiğini bilmeyen Osman usta Lorşun'a götürülüp, Dirgen
Ali'nin huzuruna çıkartılır. “Korkma. Şu anda Dirgen Ali'nin evindesin. Ben de
Dirgen Ali'yim. Canına bir zarar gelmeyecektir. Ancak bir şartla; Ben bir konak
yaptıracağım. Bunu yapacaksın. Ücretinde eksiksiz verilecek. Gerek işe
başlamadan, gerekse yarım koyup kaçacak olursan hayatının sonu olur. Bu
ültimatonu alan Osman usta, konağı yapmaya şeref ve namus sözü verip işe
başlar. Ancak zamanın iletişim eksikliğinden, sağ olup olmadığını ailesine
duyuramaz. Osman usta kayboldu haberi yayıldıkça yayılır.
Derhal
işe başlanır. Amele, işçi doğrama sıkıntısı yok. Osman ustanın her istediği
yerini alıyor. Üç ayda yapılacağı tahmin edilen konağı 45 gün içinde tamamlayıp
Elbistan' a dönen Osman usta; “Öldürüldüğü” kuşkusu ile kaybolduğu günden beri
ağıt feryat eden muhterem eşi Zeynep hanıma ve ciğer paresi çocuklarına
kavuşur. (Ruhları şâd olsun)
Kaynak:
Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Başkanı iken emekliye ayrılan, hakim (Osman ustanın oğlu) Elbistanlı Samet
TAMER.
KAYNAK:
http://www.unsandigi.com/sandik1.asp
----------
Kilikya Krallığı
Kilikya
adı 12. ve 13.yüzyıllarda küçük bir
krallık olarak kurulan 300 yıl süren
Ermeni krallığını tanımlamada kullanılmıştır. Daha sonra da siyasi
ortamlarda malzeme durumuna sokulmuştur. Aslında Kilikya sözcüğünün
Ermenilerle ilgisi yoktur. Kilikya bir coğrafi bölgenin adıdır. Kökü Hititçe
HİLAKKU olup, İ.Ö. 5. Yüzyıldan sonra Kilikya olarak kullanılmıştır. Cumhuriyet
öncesi yazışmalarda da bu ad
kullanılmıştır.
Bir
araştırmacıya göre Hellenlerce Kilikya diye anılan bölge, bugünkü adıyla,
Çukurova’yı bir de Mersin ‘den
Alanya’ya kadar uzanan
kıyıları ve bunların arkasındaki
Toros Dağlarının güney yamaçlarını içine alır. Kilikya adı
Hellen ağzında büründüğü bu biçimiyle Kilix Kilikos yurdu
anlamında görülür. Bu nedenle İlkçağda Hellen dünyasında Kilikyalı
anlamında Kilix ya da Kilikos denirdi.
(Bilge Umar)
Heredot
Kilikyalılar için şunları söylüyor: Kilikyalılar bu savaşa 100 gemi
getirmişlerlerdi. Kendi ülkelerinin başlıklarını taşıyorlardı. Kalkan olarak
tabaklanmamış yünlü öküz derisi kullanıyorlardı. Yün gömlek giyiyorlardı. Her
birinde iki mızrak ve Mısırlılarınkine çok benzeyen birer kılıç vardı. Eskiden
HYPAKHAİ’ler denirken sonradan Agenor oğlu Kilix’in adını almışlardır. MELART’a
göre Kiliks’in uydurma bir yiğit ata olduğu, gerçekte Asurluların Çukurova’ya
ve halkına verdikleri KHULAKKU adının Hellenlerce kendi ağızlarına uydurularak
HYPAKHAİOİ biçimine getirildiği, Kilix ve Kilikya adlarının dahi aynı kökenden
gelme olduğu baskın görüştür. Mitoloji ise Herodot’un sözlerini doğrular
niteliktedir. Bu efsaneye göre Tanrılar Kralı ZEUS, Fenike Kralı Agenor’un
güzel kızı Europa’yı, güzel bir boğa kılığına girerek Europa’yı kaçırır. Kral Agenor, 4 oğlunu
(Kadmos, Thasos, Poinix, Kilix) kaçırılan Europa’yı aramaya gönderir. KİLİX
adlı oğlu kardeşini bulamayınca Kilikya bölgesine yerleşir ve buraya kendi
adını verir.
ANTİK
KİLİKYA BÖLGESİ VE SINIRLARI
Anadolu’da
Helen varlığı İ.Ö. 7. Yüzyıldan sonradır. Bölge, İ. Ö. 5. Yüzyıldan sonra
Kilikya olarak anılmaya başlanmıştır. İlk Çağ’da Helenlerce Kilikia diye anılan
bölge bugünkü adıyla Çukurova’yı, bir de Mersin’den Alanya (Manavgat / Melas
çayı=Manavgat çayı)’ya kadar uzanan kıyıları ve bunların arkasındaki Tauros/
Toros dağları güney yamaçlarını içine alır.
Helenler
Çukurova’yı Kilikia Pedias yani Ovalık / Düz Kilikya olarak anarlardı. Ovalık
Düz Kilikya İssos yani İskenderun körfezinden Mersin Lamas (Limonlu) çayına
kadar olan bölge idi. Mersin Lamas çayından Alanya’ya (Manavgat / Melas çayı)
kadar uzanan Kayalık, Dağlik bölümüne de Kilikia Trakheia /Kilikya Tırakheya)
Taşlık/ Dağlık Kilikya derlerdi. Romalılar ise aynı yerlere Cilicia Aspera ve
Cilicia Campestria adlarını vermişlerdi. İ. Ö. 1. Yüzyılda Roma, Kilikya
Eyaleti (Provencia Ciliciae) ‘ni kurduysa da , korsanlığın önü alınamadı.
Ovalık
Kilikya, İ. Ö. 83’te Armenia Kralı
Dikran tarafından ele geçirildi. İ. Ö. 67’de Romalı Komutan Pompeius
büyük bir donanmayla yöredeki korsanları temizledi ve Kilikya’yı yeniden bir
Roma eyaleti haline getirdi. Bizans
döneminde, Cilicia Prima ( Birinci Kilikya ve Cilicia Secunda (İkinci Kilikya) merkezi Anavarza idi. 6. Yüzyıl depremleri, Bizans-Ermeni
savaşları, ve Arap korsanları yüzünden birçok Kilikya kenti terkedilmiş, harabe
olmuş ve oturlamaz duruma gelmiştir.
Taşlık Kilikya’ya Konya Selçukluları İÇ-İL adını vermişler. Cumhuriyet
döneminde de İÇEL adını almıştır.
KAYNAK:
Kilikya adı nereden geliyor – Klikya adı ile ilgili söylenenler -Araştırmacı
Şahin ÖZKAN
NOT:
Kilikya'nın
Ermenistan ile bir ilgisi yok. Ama yazıda geçtiği gibi
Kilikya
adı siyasi ortamlarda malzeme durumuna
sokulmuştur.
İnternette Kilikya Krallığı ile ilgili bir çok şey
yazılmıştır. Hep Osmanlı suçlanmıştır. Ermenilere baskı yapılmış, Ermeniler
soykırıma uğramış olarak halkımız aldatılmıştır. Halbuki, olayları başlatan,
haksızlık yapan Ermenilerdir. Örneğin, Maraş'ı istila eden Fransızların safında
yer alarak komşularına silah çeken Ermenilerdir.
----------
Dirgen
gibi, mazlumun hakkını zalimden alarak iade eden bir milli kahramanın ölümü
elbette çevrede infial uyandırır. Ona onlarca ozanın ağıt yaktığı
bilinmektedir. Ama bunlardan yalnızca Mahzuni Şerifin ağını yayınlayacağız.
Seyreyledim
Çoğuhanı
Seyreyledim
Çoğulhan'ı Çomu'yu
Ey
Berçenek senin yerin nerede
Ne
saygısı kalmış ne de erenler
Şakir
Baba gibi pirin nerede
Yeşil
bağımızda ayrıklar bitmiş
Zeynel'in
bağında baykuşlar ötmüş
Bizim
köyün nuru çekilmiş gitmiş
Kahpe
felek senin zorun nerede
Lorşun
yaylasının dirgen Ali'si
Gülden
güzel şu tanırın yaylası
Hani
Berçeneğin ala delisi
Dost
Mahzuni gibi körün nerede
http://www.akormerkezi.com
Adresinden
kısmen yararlanılmıştır.
----------
HATÇA,
HAPİSTEKİ DİRGEN ALİ’YE
GÖNDERDİĞİ
MEKTUPTA DOKUZ
OĞLUNUN
İSİMLERİNİ ZİKREDEREK ŞÖYLE YAZAR
Kader
böyleymiş bulmam bahane
Karga
hücum etti uçan şahana
Bir
parmağını vermem cihana
Beyimi
konakta göreydim bari
Beyimle
çok sefalar sürdüğüm
Misafire
türlü yemek verdiğim
Nazlı
kıra gümüş takım vurduğum
Muhammet’i
üstünde göreydim bari
Cahil
gelinlerim yola bakıyor
Kır
at kişneyince beni yakıyor
Fakım
Dikenli’ye düşman çıkıyor
Mavzer
dalında göreydim bari
Kaba
ağacın gürlemesi dalınan
Günlerim geçiyor ahu zarınan
Emmim
ilen dayım ilen el ilen
Cumanın
düğününü kuraydım bari
Cahil
kaldı şu Mahmut’un gelini
Zalim
düşman daldan aldı gülümü
Kahpe
felek göstermeden ölümü
Çocuklarımı
burda göreydim bari
Kilitli
kaldı odayın kapısı
Gubucu
istiyor tarla tapusu
Baş
baş oldu Lorşinli’nin hepsi
Hasmının
üstüne geleydin bari
İsmail’i
sizden aşağı görmem
Abbas
Yemliha’yı gözümden ırmam
Bin
öğüt versen birini almam
Dokuzunu
burda göreydim bari
DİRGEN
ALİ’YE ÖLMEDEN ÖNCE
KARISI
HATÇA’NIN SÖYLEDİĞİ AĞIT
Cezaevinden
çıkan Dirgen Ali, bir gün hanımı Hatça (Hatice) ile sohbet ederken Hatça'dan,
kendi adına, ölmüş gibi ağıt yakmasını ister. Bu isteği duyan Ozan Hatça kadın
şaşırır fakat kocasının ısrarına dayanamayıp duygularını şöyle ifade eder:
Merdiveni
çıkamıyor
Ellehalem
ağır derdi
Sabır
yaylana düşman konar
Dikenli
bağimin yurdu
Alt(ı)
oğlu var beş de kızı
Küll(ü)
yetim bırakma bizi
Kapı
döşlü kurt bileklim
Yıkılsın
Elbistan düzü
Fakı’sız
ata binemez
Muhammet
doktur bulamaz
Şu
düzün(e) ağıt düzeyim
Kimse
sen gibi olamaz
Aslan
düşmüş ağır yatar
Gitme
beyim evin batar
Çocuklara
kıran girsin
Sahipsiz
fidan mı biter
1.
Kaynak:
http://www.avsarobasi.com/forum/index.php?topic=1745.0;wap2
2.
Kaynak: Yılmaz İlik, Dikenin Gülü Avşarlar Kitabı.
Siteye
ekleyen : Selami SAYGILI / FRANKFURT
----------
KELİMELER
Cahil
Gelinlerim: Yeni yetme, genç gelinlerim.
Cemaat:
Toplum.
Fakı:
Fakih'ten bozma kelime. Anadolu'da okuryazar ve bilgili imam, hoca gibi
kimselere eskiden verilen unvan. Şiirde ‘Fakı’
kelimesi Digen Ali için kullanılıyor. Dirgen Ali’nin dini bilgisinin olduğunu bu kelimeden
anlıyoruz.
Gö’:
Mavi.
Höffünü:
Korkusunu.
Irmam:
Gözümden uzaklaştırmam.
Otoriter:
Çalışmalarıyla kendini kabul ettirmiş, başarılı kimse.
Şahana:
Şahine.
Yamacına:
Karşına.
Yoz:
1. Erkek koyun. 2. Doğada olduğu gibi kalarak işlenmemiş olan kısır, dejenere,
kaba, adi, bayağı yavan, gebe kalmamış hayvan ya da serbest olarak araziye
bırakılmış kısır hayvan sürüsü.
Zarınan:
Çığlık, imdat.
Küllü:
Toptan, hepsi.
----------
DİRGEN
ALİ SİTESİ:
1.
Maraş Harbi ve Afşınlılar
2.
İnce Fakıya Ağıt
3.
Kıvış Yusuf ve Dirgen
4.
Milli Kahraman
5. DİRGEN ALİ----------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder