ÖĞRENİMİ:
İlk, orta ve lise öğrenimi İlçesinde tamamlayarak 1985 yılında Hacettepe
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme
Bölümüne girdi.
EDEBİ
HAYATI: Öğrencilik yılları hep fikir-edebiyat çevresinde geçti. 1987 yılında
İslam dergisinin başlatmış olduğu kursta, Erdem Beyazıt, Akif İnan, H. Hüseyin
Ceylan gibi yazar ve şairlerden seminerler aldı. Yazıları, Kurtuluş, Mihriban, Yeni Hilal dergilerinde
ve Milli Gazete ve Akit’te yayınlandı.
GÖREVLERİ:
1989’da Fakülteyi bitirerek bir süre Ankara’da bir vakıfta idarecilik
yaptı. Milli Gazete’de yazıları da bu dönemde yayınlanmaya başladı. 1990
yılından itibaren Maraş Yetiştirme
Yurdunda öğretmen olarak görev yaptı.
MEDENİ
HALİ: Yazar evli, iki çocuk babasıdır.
ESERİ:
Sorgulanması Gereken Kavramlar, adlı bir nesir kitabı var.
----------------------
AYDINLAR
NE KADAR AYDIN
Yaşadığımız
ülkenin uzun ve kısa vadeli veya büyük-küçük pek çok problemi var belki, ama
bir tanesi var ki onlar içinde hem sırıtıp durmakta, hem de Türkiye’nin 200
yıldır içinde bulunduğu badireyi atlatmasının önünde başlıca engel faktör
olmaktadır
Nedir,
Türkiye’nin, mazisi 200 yılı bulan en önemli problemlerinden biri? Hem bu
problem nasıl problemdir ki 200 yıldır çözülememiştir? Yoksa, bizce 200 yıllık
ve en önemli problemlerden diye tavsif edilen bu mesele tüm toplum tarafından
da anlaşılamadığı için mi çözüme kavuşturulamıyor?
Bu
çözülemeyen ya da anlaşılamayan sorun bir aydın sorunudur ve iki cephelidir.
Bir cephesiyle aydınlardan kaynaklanmayıp, aydınların da kendilerini içinde
bulduğu bir batılılaşma ve İbni Haldun’un sosyolojik yaklaşımıyla güçlü (Batı)
toplumlarını takip ve taklit etme kendi kültür ve tarihi donanım ve mirasından
referans almayarak kendi kendine yabancılaşma.
2.
Cephesiyle de böyle bir tablo karşısında aydınların özveri ve performansla
kendi kültürel dinamiklerini merak edip araştırma, sorguluma, gün ışığına
çıkarma ve yeni sentezlere ulaşma gibi “aydınca” bir misyonu üstlenmeyip aksine
“avam”gibi kendi kültür ve tarihi hakkında hurafe, uydurma ve hatta
misyonerlerin tespitlerine bile körü körüne bağlanarak toplumların yüzde
98’inin inandığı bir din konusunu bile araştırıp öğrenmediklerini için Salman
Rüşdi veya Teslime Nesrin’in 1700 yıldır cevabı var ve verilmiş soru
zırvalarına inanmış, kafaları karışmış ve onların üslubuyla konuşmaya başlamış,
mal bulmuş mağribi gibi dine saldırıyı bir meziyet saymış, bir aydınlar
güruhuna “en önemli problem “ yakıştırması yapmanız herhalde haksızlık olmasa
gerekir.
Bir
ülkenin aydınlarının zihinleri “müstemleke” olunca halkınınki nasıl olur? Bir
ülkenin aydınları o ülke hakkında “cahil” olunca,halkı ne derece bilgili olur?
Bir aydın tipi düşünelim ki, aydın nitelendirildiği coğrafyayı ve üzerindeki
kültürel zenginlikleri bilmiyor,araştırmıyor ve hatta merak dahi etmiyor. Bu
aydın neyin aydınıdır ve nasıl aydın olmuştur? Türkiye’de aydın olmanın bir
TSE’si var mıdır? Varsa, aydınlık; batılı değer yargılarını bilmeye mi
endekslidir ki aydın geçinenler batı kültürünü kendi kültüründen daha iyi merak
edip öğreniyorlar?
Yoksa,
Batı’yı Türkiye’den daha iyi bilmek Türkiye ‘de aydın olmanın şartlarından da
biz mi bilmiyoruz? Bütün bu sorular sağlıklı cevap bulduğu zaman Türkiye’de
önce aydın olma, sonra da Türkiye’yi layık olduğu eksene oturtmak bir problem
olmaktan çıkacaktır.
Aydınlar
lokomotife, avam ise vagonlara benzer. Lokomotif motor dairesidir ve vogonları,
yani toplu kendi gittiği istikamete yöneltir. 200 yıldır lokomotif
pozisyonundaki aydınların istikameti batı olduğundan, bin yıllık İslam toplumu
yavaş yavaş dejenere olarak, Batı’nın tüm kavram ve kurumların, kötü bir taklit
ile ithal etmiş olan aydınların (askerler ve bürokratlar) tasallutuna boyun
eğmiştir. Oysa bu aydınlar ne kadar aydındır? Karl Marks’ın Des Kapital’ini,
Darwin’in Türlerin kökeni’ni, M. Veber’i Engels’i dünya klasiklerini; Balzac’ı,
Dostoyevski’yi, V.Hügo’yu, hasılı tüm dünya idoloji ve doktrinlerini merak
ederek okuyup öğrenen Türk aydını (!?) 114 sure 666 ayetlik, yaşadığı toplumun
bin yıldır inanıp yaşadığı, yaşam referansı yaptığı biricik Kur’an-ı Kerim’i,
inanmasa bile merak olsun diye mealinden okumayı düşünmemiştir.
Batı’nın
meraklı ve araştırmacı insanlarının (Prens Charles, R.Graudy,C.Stevens vs.) bir
dış kültür olduğu halde, İslamı, Kur’an’ı araştırıp okumalarına rağmen, bizim
aydınlarımız onu 3.dünyanın geri kalış sebebi, kadınları haremlere doldurma
kitabı mesabesinde gördüğünden okumayı aşağılık kompleksine düşme ile eş
anlamlı görmektedir. Nadiren araştırıp okuyan aydınlar da onun başkanları
tarafından bilinmesi o kadar alçaltıcı telakki eder ki bir sır gibi gizler .
Nedir
aydınımızı kendi kültürü hakkında okuyup araştırma yapmaktan ürkütüp alıkoyan?.
Besmele görmüş şeytan gibi aydınımızın kültüründen kaçışı niye? Aydınlarımız bu
soruların cevabını bulup mutlaka vermek zorundadırlar. Çünkü bu bir
sorumluluktur.
200
yıldır aydınlarla halkın arasındaki uçurumın kapatılabilmesi için, inanıp kabul
etmeseler bile aydınların kendi toplumlarının tarih ve kültürlerini okuyup
öğrenmeleri ve o dengelere göre hareket etmeleri gerekir.
Yoksa;
Mevhibe İnönü’nün: ”İsmet İnönü o kadar riyadan, gösterişten uzaktı ki Cuma
namazlarını bile evde kılardı”, bir büyük gazetenin: “Bu yıl hac yine Kurban
Bayramı’na denk geldi”, yine bir başka
gazetenin: ”Cenab-ı Allah bir hadis-i şerifte buyuruyor ki… “ gibi örneklerle
zırcahillik abideleri dikilmeye devam edilecektir. En acı olanı da ülkenin
profesör başbakanın geçen yıl Filistin’de namaz kılmayı yüzüne gözüne
bulaştıracak kadar traji-komik duruma düşmesidir ve aydınlarımızın 200 yıllık
takip ettiği çizgiyi en güzel bir şekilde bu örnek sergilemektedir.
TC
bir kadın profösörünü başbakan yapabilmiştir belki, ama o insana ilkokul
düzeyinde namaz kılmayı öğretememiştir. O profesörde, kılmasa bile namazı merak
edip bir “resimli namaz hocası’ndan” olsun öğrenmeyerek gerçek ABD vatandaşı
olduğunu tescil etmiştir.
-----------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder