22 Nisan 2014 Salı

ESMA YAKAR *

Yazar

ÖĞRENİMİ: İzmit İmam Hatip Lisesi ve A.Ü. Ev İdaresi Bölümünü bitirdi, İşletme Fakültesi Bölümü’ne devam ediyor.

İlk kitabı olan hastane günlüğü “Sefer Vakti” 1990’da okurla buluştu. Yedi baskı yaptı. Kadın ve Aile, Altınoluk ve Gülçocuk dergilerinde şiir ve hikayeleri yayınlandı. Günlük ulusal bir gazetede kadın sayfası düzenledi.

ÖDÜLLER
1. 1989’da Muammer Dolmacı Senaryo yarışmasında ikincilik, 
2. 1991’de Atlas-Gösteri’nin Hiciv-Güldürü senaryo yarışmasında jüri özel ödülü,
3. 1999’da Tuzla Belediyesinin Roman yarışmasında mansiyon ödülleri aldı.

MEDENİ HALİ: Evli ve üç çocuk annesi olan yazar eşinin görevi gereği Kahramanmaraş’a yerleşti. Yazarlarının tamamı bayan
olan “Hale” adlı bir dergi çıkardı.

Halen kişisel gelişim konusunda çalışmalar yapmaktadır.

Yayınlanmış Romanları
1. Sefer Vakti,
2. Gizem,
3. Bahar İçimizde,
4. Kır Çiçekleri,
5. Özlem Ektim Yıllara,
6. Küskünüm Yağmurlara,
7. Maraş İşi Sim-Sırma ve Bindallılar.

----------------

YAZILARINDAN  BİR ÖRNEK  

UNUTULMUŞLAR

Sabah kahvaltıda Beyza,”ben süt içemem” diye tutturunca birkaç gün önce, annemin öğütlerini, şimdi ben veriyordum.

-Bak Beyza bu sütü içmezsin. Ben abi olmak için hep süt içtim.

Bana inat, omuzlarıyla yorulmaksızın “Bana ne? Bana ne?”yapıyordu .

-Beyza ‘cım.Fakirler bunu bulamıyorlar, sen ise içmiyorsun!

Bu uyarı da para etmiyordu. En sonunda onu huylandırmaya karar verdim.

-O zaman ver de sütü ben içeyim. Sen minik kal, ben de babam kadar olayım.

Gözlerimin içine baka baka hala, omuzlarını indirerek kaldırıyor, dudaklarını şekilden şekle sokarak “Bana ne?” davasına devam ediyordu.

Şu kızlar da ne inatçı oluyor?...Öf be…!

Annem elinde termosla geldi . Babam da pijamaları ile oturduğu sandelyede geriniyordu. Annem:

-Çay içmek isteyenler bardağını uzatsın, deyince babam:

-Ben fakir doyuran bardağımı isterim dedi annemin gözlerine bakarak… Annemse gülümsedi

-Porselen saplı bardağın adını da “Fakir doyuran” ettin gittin yani dedi.

Babamın bardağı geldi. Onun fakir doyuran bardağına çok şeker attığını gören Beyza’yı görmeliydiniz.

-Baba iki taneden fazla şeker atma. Asta olursun.

Hasta diyeceğine ‘asta’derdi.

Gülüştük….Gülüştük…..

Kahvaltıya başladığımızda annem düşünceli gibiydi. Babam da aynı şeyi söyledi. Bir iki soru sorunca annem içini döktü:

-Bu gün vakıftaki arkadaşlarla fakir aileleri ziyaret edeceğiz. Bir aydır giyecek topluyoruz. Hepsi temizlendi, ütülendi… İşin tersi gibi, arabayı tamire çektin. Ben şimdi nasıl giderim yapayalnız…? Beyza’yı sen bi zahmet babaannesine bırakırsın… artık ben de furkan’la giderim herhalde…

Babam:

- O zaman erken çıkalım evden, uyarısında bulundu.

Annem :

Öyle yapalım! Dercesine başını salladı,çayını içerken…

Vakfa gittiğimizde gelip geçen ablalar benimle ilgileniyordu:

-Aa furkan gelmiş…

Büyümüşsün Furkan’cığım…

-Hoş geldin canım…

Kimi çay, kimi şekerleme, kimi sakız veriyordu. Utana sıkıla alıyordum derken Şeyma teyze yan odadan seslendi.

-Araba geldi arkadaşlar… Çantaları alıp inelim.

Asansörden inerken galiba herkesten daha heyecanlıydım. Gelen Tempra’nın arkasına poşetleri yerleştirdikten sonra Şeyma Teyze beni ön koltuğa oturttu. Yanıma kendi de oturdu. Annemler diğer ablalar arkaya yerleşti .

Samet Amca Şeyma teyzeye sordu:

- Hangi mahalleye?

-Bağcılar’ın ardına…

Araba hareket edince Samet amca bana :

-Kaça gidiyorsun Furkan?diye sordu.

-Üçe dedim.

-Aferin dedi. Sonra ilave etti; Ne olmak istiyorsun

Beni bir düşüncedir aldı. Sahi ben ne olmak isterim?

Evde hiç sormazlar …

Ben de düşünmem… Ama galiba fakir insanlara yardımcı olmak isterim.. Bunu söyleyemedim.

Az ilerde trafik polisi yolu kesmişti. Bu kalabalıktan çıkmamız 20 dakikayı buldu. Ehliyeti bazı şeyleri kontrol eden polis “İyi günler” deyip gülümsedi.

Trafiğe sıkışa ede sonunda adrese geldik. Arabadan inerken Samet Amca:

-Ben burada sizi bekliyorum dedi.

Eşyaları aldık.

İki çanta dolusu yiyecek ile bir poşette tertemiz giysiler vardı ellerimizde.

Sokağın köşesini dönünce tuğladan yapılmış bir evin önünde duran Şeyma Teyze:

-İşte burası dedi, zile uzandı.

İçeri girince karşılaştığımız manzara yüzümüzde renk bırakmamıştı… Odada eski bir sobanın başında üç çocuk vardı. Üstlerinde sarkmış kazaklar, ayaklarında yırtılmış çoraplar vardı. Oturup konuşurlarken ev sabihi kadın:

-Allah razı olsun… Allah sizi darda koymasın! diyordu sık sık

Kocası yurt dışına çalışmaya kaçak olarak gitmiş. Orada yakalayıp hapse atmışlar. Memleketteki akrabalarına haber salmış, gelen olmamış. Kocasından da bir daha haber alamamış. Para da gelmemiş.

Paketleri bırakıp çıkarken kapıda benim yaşlarımda bir çocukla karşılaştık. Bize ters ters baktı. Sanki:

“Bize acımaya mı geldiniz, zengin takımı” diyordu gözleri.

Sırtındaki boyacı kutusu, boyacılık yaptığını ele veriyordu. Bakışlarıyla karşılaşınca başımı önüme eğdim.

Daha sonra birkaç fakir aileyi daha ziyarete gittik. Ben böylesi unutulmuş insanları gördükçe, içimde garip sızılar ve düşünceler dolaşıyordu.

Annem ceket alınca rengini beğenmezdim. Pastalar yapardı yemezdim. Bazılarının tadı çok şekerli olurdu.

Süslü oyuncaklara bile bakıp oynamazdım. Anlıyorum ki artık ben gerçekten akılsız bir çocukmuşum. İlkokul 3. sınıfa gelmişim ama bazı şeyleri anlayamamıştım.

Başka çocukların babaları parasızlıktan eve bir şeyler getiremiyor. Üstleri başları yırtık, eskimiş… doğru düzgün beslenemiyorlar… Yazık… “Allah’ım… nolur sen onlara yardım et…”

Sana çok şükür Allah’ım… Bizi fakir yapmadın için…Nolur fakir ailelere de yardım et Allah’ım…

Sofraya oturup yemeklere göz gezdirirken hep o boyacı çocuğun bakışlarını görüyordum tabaklarda …sanki bana haykırıyordu:

-Siz unutulmuş fakirleri ne zaman hatırlayacaksınız… Ne zaman! …Ne zaman!...

Ve ağlayan bir kız çocuğunun sesi tırmalıyordu kulağımı. Beyza hala karşımda:

-Ben sütümü içmicem. Peynir falan da yemicem, dercesine omuzlarını kaldırıp indiriyordu inadına …

Ve akşam oluyordu galiba…

Gözlerim mi kararıyordu yoksa sinirden…?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder